arkadaşlar ben de sizlere hastaneyle tanıştığım ilk günü ve sonrasını anlatmak istiyorum..t abi okumaya yüreğiniz dayanırsa başlayın okumaya yada sıkılmazsanız
2000 yılına yeni girmiştik hani milenyum falan diyorduk yaaa. 8 şubattı yanılmıyorsam 15 günlük ara tatilede yeni girmiştik. ben orta 2'ye gidiyordum. okulu da çok seviyordum. açıkcası bugün yarın hastaneye gideriz aman devamsızlık yapmayayım die tatil başladığı ilk pazartesi gittik hastaneye. ama gittiğimde sanki ben ben değildim. şişlik ve halsizlik vardı. ayaklarım yürümüyordu sanki uçuyordum. yanlış anlamayın uyuşturucu falan almadım sevinçten de değil :mrgreen: sanırım
babam ciddi bişey olduğunu sezmişti zaten ankaranın yabancısı sayılırdık, bi de ankaraya gönderilecek kadar önemli bişey var die bunun şaşkınlığıyla saatlerce ulusta dolmuş otobüs aradık. ama ne çare kii pliklinik kapanmış yalnız acil açıktı. acilde tansiyon kilo bakıldı ikiside normalden kat kat fazlaydı nöbetçi nefrolog gelip benim sevimli yüzüme baktı daha sonra yıllarca onlarla birlikte olacağımızı biliyormuş gibi.. ben öyle yorgundum ki oturduğum yerde uyuyordum bilirsiniz hastanenin o sert koltuklarını onlar bana kuş tüyü yatak gibi geliyordu
babamle beni nefroloji servisine yolladılar bu arada bana elimin üzerindeki damardan tansiyon düşürücü idrar söktürücü bi iğne yaptılar. sanki dilimi yutmuş gibi hiçbişeye itiraz edemiyordum, sanki kurban olacak gibi sessizce sonumu bekliyodum. içimdeki o duyguları anlatmaya çalışsam oanki içimdeki fırtınanın yanında az kalır.. nefroloji servisine gitmeden önce ankarada oturan teyzem gelmiş eniştemle birlikte. annem arayıp haber vermiş hatta telefonda ağlamış (şuan sorsanız hasta olmayı neden istemezsin ne gibi bi zorluğu var die, ben ilk önce ailemi çok etkiliyor, annem devamlı ağlıyor die ölmemden korkuyorlar die istemezdim. çünkü alıştım hamd olsun çok fazla acı çekmiyorum şimdi)servisten bu yapılan iğnenin aynısının hapından verdiler bana 4-5 tane sabahta erkenden orda olmamızı söylediler.
arabaya binipte teyzemlere giderken hastane koltuklarında başlayan uykuma babama yaslanıp devam ediyordum. gizli gizli konuşuyorlardı kötü bişey vardı biliyordum ama ne onları dinlemeye cesaretim vardı ne de hastalığın ağır yükünü kaldırmaya gücüm (ama yaptım hem onları değil doktorlarımı açık açık dinledim hem de o ağır yükü omuzladım)hastaneye gittik sabah. gece 2 kere falan teyzem beni kaldırıp hap vermişti, buna rağmen tansiyonum yüksekti. o gün hastaneye yattım bu benim için tam bi yıkım olmuştu. beni bırakıpta gittiklerinde hala şaşkındım ağlamaktan beter olmuştum. akşam yemeği geldiğinde canım hiçbişey istemiyordu ama oturdum benimle ilgilenen kimse yoktu sıcak bi bakış bi gülüş bekliyordum kaşığı alıp ağzıma götürdüğüm anı hiç unutmam içinde 1 gr bile tuz olmayan bi çorba düşünün arkadaşlar, nasıl yenir kim yiyebiliyordur? devamlı hap veriyordu hemşire abla yemek tabiki yemedim. o gün sabahtan beri benim için güneş doğmamıştı ama. hastanenin camından güneşin batışı kıpkırmızı görünüyordu çocuklar gelin bakın dedi bi hasta. ben de o camın önüne gittim baktım düşündümkii artık kurtuluşun yok, sen bu camın önünden çok güneşin batışını doğuşunu göreceksin. öle de oldu zaten. hastaneye yattığım günün gecesi uyumam ne mümkün yastığım gözyaşlarımdan ıslanmış battaniyeme sarılıyorum annemmiş gibi.
hemşire abla telaşla telefon etti doktora, sonra doktor geldi bana acilde iğne yaptıran doktor dedim ben beni annemden ayıran orda kalmamı isteyen sanki oymuş gibi... tam karşımdaki yatakta benden 2-3 yaş ufak bi kız vardı onu bugün poliklinikte görmüştüm aynı gün yatırmışlardı bizi hatta işlemleri yaparken o da benim gibi bekliyordu. karşımda ölümünü gördüm o gece. hastaneye yattığım ilk gece. hemşire abla ve doktor abim çok üzüldüler ama ellerinden gelecek birşey yoktu ki. hizmetli vardı bi tanede o bizimle ilgilenirdi hep, sarılırdı bize, ölen arkadaşımın cansız bedenini çarşafa sardı ve bi yere götürdü. çok korkuyordum, ama gene de battaniyenin altından bakıyordum. yeni yattığım için çok ilaç içiyordum ben içli içli ağlarken hemişre abla ilaç vermek için geldi yanıma bana ağlama dedi, o öldü ama çok hastaydı dedi, sen ölmüyceksin tedavi oluyorsun dedi. bu sözlere tabiki inanmadım. gece televizyon 11de kapatılmak zorundaydı nedeni başhemşirenin emriymiş bigün teşrif edip yerimize yatsaydı görürdük 11de tv kapatmayı.
neyse ben uyuyamıyordum geceleri hatta gündüzleride ansiklopediler vardı böbrek rahatsızlıklarıyla ilgili, onları okuyordum. okudukça ümidim azalıyordu, hasta arkadaşlarla konuşuyor devamlı sorular soruyordum. hep şu sözü beklerdim kimse bilmiyodu, söyleyen de olmadı sen birdaha hastaneye gelmiyeceksin annenin kardeşlerinin yanına gideceksin okuluna devam edebileceksin... ama olmadı.
biyopsi olup eve geldiğimde aslı ve umut kardeşlerim beni çok özlemişlerdi. benim tuzsuz diyetim vardı artık yemek zamanı gelsin hiç istemiyordum. yiyebilirsem bişeyler yedikten sonra sayamıyacağım kadar çok hap içiyordum her öğün. canım çubuk kraker istiyordu, çikolata istiyordu çorba istiyordu. aslında sadece günde 1 öğün içinde normal miktarda tuz olan 1 kaç dilim ekmeğe çoktan razıydım.
her hastaneye yatıp çıkışım ayrı bi acıydı. arkadaş olduğum sevdiğim insanlar teker teker ölüyordu. bigün mutlaka sıra bana da geleckti bigün taburcu olacağımın haberini verdi doktorlar, ben onlarla açık açık konuşmak hastalığım hakkında devamlı bilgi almak istiyordum, bu yüzden ailemi aramalarının yerine ilk bana söylerlerdi çoğu şeyi. evi aradım annem geleceğini söyledi ama ilçeden gelmesi 2-3 saati bulurdu. kardeşim de küçüktü zaten. çok mutluydum bi süre daha kurtulacaktım. hastenede bi koridor vardı, ordaki pencere karşıdaki yola bakardı ben bi oyun bulmuştum, yanımda birisi olunca bu yönden gelen araba senin olsun öbür taraftaki benim, sonra rengi güzel bi araba gelince sevinirdik. içinde olsakta evimize gitsek, okulumuza, arkadaşlarımıza kavuşsak diye düşünür dururduk.
ben bu seviçle eşyalarımı hazırladım annem gelince işlemleri yaptırıp beni burdan kurtaracaktı. yatağımda oturuyordum birden bana bişey oldu, sonra bütün doktorlar başımdaydı. konvüzyon die bişey yaşamıştım. ben iyiyim demeye başladım koridorda, pencerenin orda tekrar bi kere daha bişey oldu bana artık beni annem değil sağlık bakanı bile çıkartamazdı hastaneden. eeg falan çekildim. pisikologlarla falan konuşuldu. sonra hastaneden çıktım.
zaman geçtikçe kendimi biraz daha büyümüş gibi görüyordum. halbuki aradan 3 ay ancak geçmişti. babam, annem ,halam falan sanıyordu ki özel doktora gidersek iyi olurum bu fikir bana çok çocukça gelmişti. okuduğum kitaplara göre reçetemde yazan tanım kronik iyi olmaz bi rahatsızlıktı. elinde sonunda dialize girecektim, sadece geçiktirmek için bu tedaviyi uyguluyorduk. hep söyleyince üzülüyolardı. okuma bakma araştırma diyorlardı. babam ve halamla çok sevdiğim ayşe hocama gittik özel yerine, beni görünce şaşırdı, ayrı bi yerde konuştular. babama beni ne kadar çok sevdiğini ve bizden ücret talep etmek istemediğini söylemiş. beni ertesi gün tekrar hastaneye yatırdı ayse hocam, bu yatış benim için dializin miladı oldu.
karnıma geçici katater taktırmaya, küçük olsada bi ameliyata girmeye gidecektim, tekerlekli sandalye istemedim. bana bi sakinleştirici yaptılar. annemle yürüye yürüye ameliyathaneye gittim. hasta olduğumdan beri ilk kez bu kadar çok acı çekiyordum. kımıldamaya korkuyordum çıkacak die, kanıyacak die ve daha çok daha çok acıyacak die. bütün şişliklerim inmiş vücudum hafiflemişti. dializden sonra 50 kilodan 37 ye kadar düşmüştüm. saçlarım da dökülmüştü, aynaya bakmaya korkar olmuştum. yüzümün şiş haline bakmak istemiyordum, saçım omuzlarımı geçiyordu, bağladığımda toka tutmazdı. hasta olmadan önce anneme derdim herkesin saçı dökülüyo benimki de dökülse hiç boyum uzamıyo, yediklerim hep saçıma gidio derdim
geçici katater çıktı ben gene şiştim sırtım kollarım yüzüm elim kolum heryerim acıyordu, sırt üstü yatamıyordum, yana dönemiyordum. artık benim düşünceme göre dializ kaçınılmazdı, kitapta öle yazıyodu. bigün doktora bunu söledim, o da evet cevabını verdi. idare edemiyebilirsin dedi. ben yaparım dedim bu şekilde acı çekmektense başıma geleni çekerim dedim. katater takıldı periton dializine başladım. 15 gün falan annemde yanımda kaldı dializi öğrendik, bu arada bizim ev beton değil tabanı toz olur, mikrop kaparım die ev kiralanmıştı. kız kardeşim daha 10-11 yaşında anca vardı, erkek kardeşim ise 4 yaşındaydı. canım annem bizleri düşünmekten gün geçtikce zayıfladı. babam devamlı yanıma gelmek için izin alıyor die iş yerinde sorun yaşıyordu. kardeşlerime kimse annem gibi bakmıyordu. kızkardeşim umuta annelik yapıyordu. zar zor evi taşıyıp yerleşmişlerdi. benim ise dışım tebessüm etmeye etrafa aldırmıyormuş gibi görünmeye alışmıştı (bu oyunu hala oynuyoruz değil mi hepimiz) ama için için yanıyordum. artık ömür boyu dialize gireceğimi düşünmek karnıma elimi attığımda katatere dokunmak beni içten içe yiyip bitiriyordu. aşırı bi sinirim öfkem vardı etrafa. sanki en büyük dayanılmaz acıları ben çekiyordumda kimse bana yardım etmiyomuş gibi geliyodu.
eylül ayında okullar açılmıştı ben ise peritonit olmuş hastanede yatıyordum (yani mikrop kapmıştım) en az 10 gün yatmam gerekirdi bu durumda. o koridordaki yola bakan pencereden sabah akşam okula giden çocuklara bakar dururdum. içimdem geçirirdim şu camdan atlasam da kurtulsam. zaten herkese üzüntü veriyorum, acı da çekiyorum, okula da gitmiyorum, ne yapacam yaşasam bile ne işe yarıyacam derdim. ama zaman geçti hamd olsun. atlamadım o pencereden, yaşadım. yaşadıkça da alıştım, alıştıkça kabul ettim. ve beni öldürmeyen her acı daha çok güçlendirdi.
fiziksel olarak bazen bizim evin kapısındaki kilidi bile açamasam da duygusal olarak o kapıyı kırabilecek kadar güçlü birini yenebilirim.
benim hikayem bu kadar. aslında yazdıkça yazılır, ama okunacağından bile şüpheliyim bunun
2000 yılına yeni girmiştik hani milenyum falan diyorduk yaaa. 8 şubattı yanılmıyorsam 15 günlük ara tatilede yeni girmiştik. ben orta 2'ye gidiyordum. okulu da çok seviyordum. açıkcası bugün yarın hastaneye gideriz aman devamsızlık yapmayayım die tatil başladığı ilk pazartesi gittik hastaneye. ama gittiğimde sanki ben ben değildim. şişlik ve halsizlik vardı. ayaklarım yürümüyordu sanki uçuyordum. yanlış anlamayın uyuşturucu falan almadım sevinçten de değil :mrgreen: sanırım
babam ciddi bişey olduğunu sezmişti zaten ankaranın yabancısı sayılırdık, bi de ankaraya gönderilecek kadar önemli bişey var die bunun şaşkınlığıyla saatlerce ulusta dolmuş otobüs aradık. ama ne çare kii pliklinik kapanmış yalnız acil açıktı. acilde tansiyon kilo bakıldı ikiside normalden kat kat fazlaydı nöbetçi nefrolog gelip benim sevimli yüzüme baktı daha sonra yıllarca onlarla birlikte olacağımızı biliyormuş gibi.. ben öyle yorgundum ki oturduğum yerde uyuyordum bilirsiniz hastanenin o sert koltuklarını onlar bana kuş tüyü yatak gibi geliyordu
babamle beni nefroloji servisine yolladılar bu arada bana elimin üzerindeki damardan tansiyon düşürücü idrar söktürücü bi iğne yaptılar. sanki dilimi yutmuş gibi hiçbişeye itiraz edemiyordum, sanki kurban olacak gibi sessizce sonumu bekliyodum. içimdeki o duyguları anlatmaya çalışsam oanki içimdeki fırtınanın yanında az kalır.. nefroloji servisine gitmeden önce ankarada oturan teyzem gelmiş eniştemle birlikte. annem arayıp haber vermiş hatta telefonda ağlamış (şuan sorsanız hasta olmayı neden istemezsin ne gibi bi zorluğu var die, ben ilk önce ailemi çok etkiliyor, annem devamlı ağlıyor die ölmemden korkuyorlar die istemezdim. çünkü alıştım hamd olsun çok fazla acı çekmiyorum şimdi)servisten bu yapılan iğnenin aynısının hapından verdiler bana 4-5 tane sabahta erkenden orda olmamızı söylediler.
arabaya binipte teyzemlere giderken hastane koltuklarında başlayan uykuma babama yaslanıp devam ediyordum. gizli gizli konuşuyorlardı kötü bişey vardı biliyordum ama ne onları dinlemeye cesaretim vardı ne de hastalığın ağır yükünü kaldırmaya gücüm (ama yaptım hem onları değil doktorlarımı açık açık dinledim hem de o ağır yükü omuzladım)hastaneye gittik sabah. gece 2 kere falan teyzem beni kaldırıp hap vermişti, buna rağmen tansiyonum yüksekti. o gün hastaneye yattım bu benim için tam bi yıkım olmuştu. beni bırakıpta gittiklerinde hala şaşkındım ağlamaktan beter olmuştum. akşam yemeği geldiğinde canım hiçbişey istemiyordu ama oturdum benimle ilgilenen kimse yoktu sıcak bi bakış bi gülüş bekliyordum kaşığı alıp ağzıma götürdüğüm anı hiç unutmam içinde 1 gr bile tuz olmayan bi çorba düşünün arkadaşlar, nasıl yenir kim yiyebiliyordur? devamlı hap veriyordu hemşire abla yemek tabiki yemedim. o gün sabahtan beri benim için güneş doğmamıştı ama. hastanenin camından güneşin batışı kıpkırmızı görünüyordu çocuklar gelin bakın dedi bi hasta. ben de o camın önüne gittim baktım düşündümkii artık kurtuluşun yok, sen bu camın önünden çok güneşin batışını doğuşunu göreceksin. öle de oldu zaten. hastaneye yattığım günün gecesi uyumam ne mümkün yastığım gözyaşlarımdan ıslanmış battaniyeme sarılıyorum annemmiş gibi.
hemşire abla telaşla telefon etti doktora, sonra doktor geldi bana acilde iğne yaptıran doktor dedim ben beni annemden ayıran orda kalmamı isteyen sanki oymuş gibi... tam karşımdaki yatakta benden 2-3 yaş ufak bi kız vardı onu bugün poliklinikte görmüştüm aynı gün yatırmışlardı bizi hatta işlemleri yaparken o da benim gibi bekliyordu. karşımda ölümünü gördüm o gece. hastaneye yattığım ilk gece. hemşire abla ve doktor abim çok üzüldüler ama ellerinden gelecek birşey yoktu ki. hizmetli vardı bi tanede o bizimle ilgilenirdi hep, sarılırdı bize, ölen arkadaşımın cansız bedenini çarşafa sardı ve bi yere götürdü. çok korkuyordum, ama gene de battaniyenin altından bakıyordum. yeni yattığım için çok ilaç içiyordum ben içli içli ağlarken hemişre abla ilaç vermek için geldi yanıma bana ağlama dedi, o öldü ama çok hastaydı dedi, sen ölmüyceksin tedavi oluyorsun dedi. bu sözlere tabiki inanmadım. gece televizyon 11de kapatılmak zorundaydı nedeni başhemşirenin emriymiş bigün teşrif edip yerimize yatsaydı görürdük 11de tv kapatmayı.
neyse ben uyuyamıyordum geceleri hatta gündüzleride ansiklopediler vardı böbrek rahatsızlıklarıyla ilgili, onları okuyordum. okudukça ümidim azalıyordu, hasta arkadaşlarla konuşuyor devamlı sorular soruyordum. hep şu sözü beklerdim kimse bilmiyodu, söyleyen de olmadı sen birdaha hastaneye gelmiyeceksin annenin kardeşlerinin yanına gideceksin okuluna devam edebileceksin... ama olmadı.
biyopsi olup eve geldiğimde aslı ve umut kardeşlerim beni çok özlemişlerdi. benim tuzsuz diyetim vardı artık yemek zamanı gelsin hiç istemiyordum. yiyebilirsem bişeyler yedikten sonra sayamıyacağım kadar çok hap içiyordum her öğün. canım çubuk kraker istiyordu, çikolata istiyordu çorba istiyordu. aslında sadece günde 1 öğün içinde normal miktarda tuz olan 1 kaç dilim ekmeğe çoktan razıydım.
her hastaneye yatıp çıkışım ayrı bi acıydı. arkadaş olduğum sevdiğim insanlar teker teker ölüyordu. bigün mutlaka sıra bana da geleckti bigün taburcu olacağımın haberini verdi doktorlar, ben onlarla açık açık konuşmak hastalığım hakkında devamlı bilgi almak istiyordum, bu yüzden ailemi aramalarının yerine ilk bana söylerlerdi çoğu şeyi. evi aradım annem geleceğini söyledi ama ilçeden gelmesi 2-3 saati bulurdu. kardeşim de küçüktü zaten. çok mutluydum bi süre daha kurtulacaktım. hastenede bi koridor vardı, ordaki pencere karşıdaki yola bakardı ben bi oyun bulmuştum, yanımda birisi olunca bu yönden gelen araba senin olsun öbür taraftaki benim, sonra rengi güzel bi araba gelince sevinirdik. içinde olsakta evimize gitsek, okulumuza, arkadaşlarımıza kavuşsak diye düşünür dururduk.
ben bu seviçle eşyalarımı hazırladım annem gelince işlemleri yaptırıp beni burdan kurtaracaktı. yatağımda oturuyordum birden bana bişey oldu, sonra bütün doktorlar başımdaydı. konvüzyon die bişey yaşamıştım. ben iyiyim demeye başladım koridorda, pencerenin orda tekrar bi kere daha bişey oldu bana artık beni annem değil sağlık bakanı bile çıkartamazdı hastaneden. eeg falan çekildim. pisikologlarla falan konuşuldu. sonra hastaneden çıktım.
zaman geçtikçe kendimi biraz daha büyümüş gibi görüyordum. halbuki aradan 3 ay ancak geçmişti. babam, annem ,halam falan sanıyordu ki özel doktora gidersek iyi olurum bu fikir bana çok çocukça gelmişti. okuduğum kitaplara göre reçetemde yazan tanım kronik iyi olmaz bi rahatsızlıktı. elinde sonunda dialize girecektim, sadece geçiktirmek için bu tedaviyi uyguluyorduk. hep söyleyince üzülüyolardı. okuma bakma araştırma diyorlardı. babam ve halamla çok sevdiğim ayşe hocama gittik özel yerine, beni görünce şaşırdı, ayrı bi yerde konuştular. babama beni ne kadar çok sevdiğini ve bizden ücret talep etmek istemediğini söylemiş. beni ertesi gün tekrar hastaneye yatırdı ayse hocam, bu yatış benim için dializin miladı oldu.
karnıma geçici katater taktırmaya, küçük olsada bi ameliyata girmeye gidecektim, tekerlekli sandalye istemedim. bana bi sakinleştirici yaptılar. annemle yürüye yürüye ameliyathaneye gittim. hasta olduğumdan beri ilk kez bu kadar çok acı çekiyordum. kımıldamaya korkuyordum çıkacak die, kanıyacak die ve daha çok daha çok acıyacak die. bütün şişliklerim inmiş vücudum hafiflemişti. dializden sonra 50 kilodan 37 ye kadar düşmüştüm. saçlarım da dökülmüştü, aynaya bakmaya korkar olmuştum. yüzümün şiş haline bakmak istemiyordum, saçım omuzlarımı geçiyordu, bağladığımda toka tutmazdı. hasta olmadan önce anneme derdim herkesin saçı dökülüyo benimki de dökülse hiç boyum uzamıyo, yediklerim hep saçıma gidio derdim
geçici katater çıktı ben gene şiştim sırtım kollarım yüzüm elim kolum heryerim acıyordu, sırt üstü yatamıyordum, yana dönemiyordum. artık benim düşünceme göre dializ kaçınılmazdı, kitapta öle yazıyodu. bigün doktora bunu söledim, o da evet cevabını verdi. idare edemiyebilirsin dedi. ben yaparım dedim bu şekilde acı çekmektense başıma geleni çekerim dedim. katater takıldı periton dializine başladım. 15 gün falan annemde yanımda kaldı dializi öğrendik, bu arada bizim ev beton değil tabanı toz olur, mikrop kaparım die ev kiralanmıştı. kız kardeşim daha 10-11 yaşında anca vardı, erkek kardeşim ise 4 yaşındaydı. canım annem bizleri düşünmekten gün geçtikce zayıfladı. babam devamlı yanıma gelmek için izin alıyor die iş yerinde sorun yaşıyordu. kardeşlerime kimse annem gibi bakmıyordu. kızkardeşim umuta annelik yapıyordu. zar zor evi taşıyıp yerleşmişlerdi. benim ise dışım tebessüm etmeye etrafa aldırmıyormuş gibi görünmeye alışmıştı (bu oyunu hala oynuyoruz değil mi hepimiz) ama için için yanıyordum. artık ömür boyu dialize gireceğimi düşünmek karnıma elimi attığımda katatere dokunmak beni içten içe yiyip bitiriyordu. aşırı bi sinirim öfkem vardı etrafa. sanki en büyük dayanılmaz acıları ben çekiyordumda kimse bana yardım etmiyomuş gibi geliyodu.
eylül ayında okullar açılmıştı ben ise peritonit olmuş hastanede yatıyordum (yani mikrop kapmıştım) en az 10 gün yatmam gerekirdi bu durumda. o koridordaki yola bakan pencereden sabah akşam okula giden çocuklara bakar dururdum. içimdem geçirirdim şu camdan atlasam da kurtulsam. zaten herkese üzüntü veriyorum, acı da çekiyorum, okula da gitmiyorum, ne yapacam yaşasam bile ne işe yarıyacam derdim. ama zaman geçti hamd olsun. atlamadım o pencereden, yaşadım. yaşadıkça da alıştım, alıştıkça kabul ettim. ve beni öldürmeyen her acı daha çok güçlendirdi.
fiziksel olarak bazen bizim evin kapısındaki kilidi bile açamasam da duygusal olarak o kapıyı kırabilecek kadar güçlü birini yenebilirim.
benim hikayem bu kadar. aslında yazdıkça yazılır, ama okunacağından bile şüpheliyim bunun