(ı) selam arkadaşlar ben ilker ortaç, bu hafta 'sinemada sakat karakterler' üzerine konuşalım istiyorum.
bir önceki yazımda türk sinemasında sakatlığın nasıl temsil edildiğine dair, küçük sufleler vermiş bunu ileri yazılarda irdelemeye devam edeceğimizden bahsetmiştim (bkz: http://www.engelliler.biz/forum/sak...fi/114357-sinema-ve-sakatlik-ilker-ortac.html), şimdi oradan devam edelim.
19. yüzyılda ortaya çıkan 'normal' tanımı sonrasında, bu tanımın dışında kalan bedenler ve zihinler sakat olarak adlandırılmaya başlamış. bu anormallik bir çok platformda ilgi görmüş tartışılmış, kınanmış bazense şiddetle yargılanmış. bu platformlardan biri de sinema. sinemada, yaratılan karakterler, anlatılan öykülerle sakatlık, bir çok ana tema ve yan hikayelerde yerini almış. sanatın özü gereği doğduğu coğrafyanın sosyolojik kuramlarını yansıtır, içerisinde bulunduğu toplumun değer yargılarını bizlere yansıtır, bu da, sanatseverin (izleyicilerin) kendi davranış biçimlerini belirlerken kullanabilecekleri bir dizi imge, düşünce ve değerlendirmeler sunması açısından önemlidir. bu noktada altını çizmem gereken bir öge, sinemanın da çoğunluk olarak 'normal'ler tarafından üretildiğidir. belki de bu unsur, sakatın, ötekileştirilmesinin soyutlamaya gidilmesinin, sinemada da boy göstermesinde birincil faktördür.
(ıı) sinema büyüleyici etkisiyle siyah beyaz filmlerden günümüzü dek, soluksuz bırakmıştır. kimi vakit, salondan çıkan bizler, yılmaz güney gibi sigara içmeye, al pacino gibi bakmaya, bruce lee gibi bir fit bedene ulaşmak adına o akşam rejim yapmaya başlamışızdır. yaratılan karakter iyi adam da olsa, kötü adam da olsa, bir süre beyaz perdeden çıkıp hayatımıza karışmış elbisemize, saçımızın modeline şekil vermiştir.
siyahlar içinde, gözlerini kopkoyu boyamış ve elinden sigarasını düşürmeyen, tyler durden'ın arzu nesnesi marla singer'ı, kendisini "arızalı" addeden pek çok kızımız idol olarak görmeye devam ediyor.
eternal sunhine of the spotless mind zekice yazılmış senaryosu ve doğal oyunculuklarıyla olduğu kadar; kalbi kırık ya da sevgiliye mesaj derdindeki kızlarımızın duygularına tercüman olduğu için de bu kadar sevildi. clementine ise saç modeliyle değil belki ama "too many guys think ı'm a concept, or ı complete them, or ı'm gonna make them alive. but ı'm just a fucked-up girl who's lookin' for my own peace of mind; don't assign me yours" veciz sözüyle hatırı sayılır bir hayran kitlesi edindi.
holly golightly: 1961 yapımı breakfast at tiffanys’in üzerinden 50 yıl geçti ama audrey hepburn’un yarattığı siyah dar elbise, geniş güneş gözlükleri ve uzun ağızlıklı sigara modası hiç geçmedi.
(ııı) peki ya siz, bruce lee'in bruce lee'nin çevirdiği, tüm zamanların en iyi uzak doğu dövüş filmi kabul edilen filmi enter the dragon'u unutabildiniz mi ?
8000'den fazla aynanın kullanıldığı ayna oyunlu odalar'dan en bilineni, ve sinema tarihinde en çok taklit edileninde geçen, kesik eline , silah yerine geçen bir protez takıp dövüşen üstatla paylaştığı final sahnesini unutabildiniz mi ? brucee lee'nin o sahnede dövüşürken göğsüne aldığı çiziklerin de olduğu posteri gençken duvarınıza asmadınız mı ? eli olmayan dövüşçü acınaklı durumda mıydı sizce?
peki inanılmaz ağrılarını kesmek için bağımlı hale gelmiş, bacağındaki problemden yüzünden bastonsuz yürüyemez olasa da, yarış motoruna bilebilen, bir çok güzel kadınla olan, zeki ve dahi deha md.house sizce acınaklı halde miydi ?
peki siz, her bölümde sibel kekili ile sevişen game of throners'ın cücesi peter dinklage'a hayranlık besleyenlerden miniz?
bu soruları sizlere soruyorum çünkü, bunlar birer kahraman. bunlar kimselerin yapmaya cesaret edemediklerini yapabilen kahramanlar, bunlar sakat, bunlar sakat kahramanlar. bunların varlığı ile sakat karakterin yaratılıp sakatın ötekileştirilmesi kırılacak, bunlar ile çok da normal sayılmayan biz sakatlar, normal diğerleri anormal olacak.
bunlardan daha çok var. türkiye coğrafyasında da var. fakat sinemasında yok. ama olacak. ben bu hafta bu kahramanlardan konuşmak istiyorum.
burada. sakat ve aranızda olan sakat kahramanlarla.
eyvallah .......
bir önceki yazımda türk sinemasında sakatlığın nasıl temsil edildiğine dair, küçük sufleler vermiş bunu ileri yazılarda irdelemeye devam edeceğimizden bahsetmiştim (bkz: http://www.engelliler.biz/forum/sak...fi/114357-sinema-ve-sakatlik-ilker-ortac.html), şimdi oradan devam edelim.
19. yüzyılda ortaya çıkan 'normal' tanımı sonrasında, bu tanımın dışında kalan bedenler ve zihinler sakat olarak adlandırılmaya başlamış. bu anormallik bir çok platformda ilgi görmüş tartışılmış, kınanmış bazense şiddetle yargılanmış. bu platformlardan biri de sinema. sinemada, yaratılan karakterler, anlatılan öykülerle sakatlık, bir çok ana tema ve yan hikayelerde yerini almış. sanatın özü gereği doğduğu coğrafyanın sosyolojik kuramlarını yansıtır, içerisinde bulunduğu toplumun değer yargılarını bizlere yansıtır, bu da, sanatseverin (izleyicilerin) kendi davranış biçimlerini belirlerken kullanabilecekleri bir dizi imge, düşünce ve değerlendirmeler sunması açısından önemlidir. bu noktada altını çizmem gereken bir öge, sinemanın da çoğunluk olarak 'normal'ler tarafından üretildiğidir. belki de bu unsur, sakatın, ötekileştirilmesinin soyutlamaya gidilmesinin, sinemada da boy göstermesinde birincil faktördür.
(ıı) sinema büyüleyici etkisiyle siyah beyaz filmlerden günümüzü dek, soluksuz bırakmıştır. kimi vakit, salondan çıkan bizler, yılmaz güney gibi sigara içmeye, al pacino gibi bakmaya, bruce lee gibi bir fit bedene ulaşmak adına o akşam rejim yapmaya başlamışızdır. yaratılan karakter iyi adam da olsa, kötü adam da olsa, bir süre beyaz perdeden çıkıp hayatımıza karışmış elbisemize, saçımızın modeline şekil vermiştir.
siyahlar içinde, gözlerini kopkoyu boyamış ve elinden sigarasını düşürmeyen, tyler durden'ın arzu nesnesi marla singer'ı, kendisini "arızalı" addeden pek çok kızımız idol olarak görmeye devam ediyor.
eternal sunhine of the spotless mind zekice yazılmış senaryosu ve doğal oyunculuklarıyla olduğu kadar; kalbi kırık ya da sevgiliye mesaj derdindeki kızlarımızın duygularına tercüman olduğu için de bu kadar sevildi. clementine ise saç modeliyle değil belki ama "too many guys think ı'm a concept, or ı complete them, or ı'm gonna make them alive. but ı'm just a fucked-up girl who's lookin' for my own peace of mind; don't assign me yours" veciz sözüyle hatırı sayılır bir hayran kitlesi edindi.
holly golightly: 1961 yapımı breakfast at tiffanys’in üzerinden 50 yıl geçti ama audrey hepburn’un yarattığı siyah dar elbise, geniş güneş gözlükleri ve uzun ağızlıklı sigara modası hiç geçmedi.
(ııı) peki ya siz, bruce lee'in bruce lee'nin çevirdiği, tüm zamanların en iyi uzak doğu dövüş filmi kabul edilen filmi enter the dragon'u unutabildiniz mi ?
8000'den fazla aynanın kullanıldığı ayna oyunlu odalar'dan en bilineni, ve sinema tarihinde en çok taklit edileninde geçen, kesik eline , silah yerine geçen bir protez takıp dövüşen üstatla paylaştığı final sahnesini unutabildiniz mi ? brucee lee'nin o sahnede dövüşürken göğsüne aldığı çiziklerin de olduğu posteri gençken duvarınıza asmadınız mı ? eli olmayan dövüşçü acınaklı durumda mıydı sizce?
peki inanılmaz ağrılarını kesmek için bağımlı hale gelmiş, bacağındaki problemden yüzünden bastonsuz yürüyemez olasa da, yarış motoruna bilebilen, bir çok güzel kadınla olan, zeki ve dahi deha md.house sizce acınaklı halde miydi ?
peki siz, her bölümde sibel kekili ile sevişen game of throners'ın cücesi peter dinklage'a hayranlık besleyenlerden miniz?
bu soruları sizlere soruyorum çünkü, bunlar birer kahraman. bunlar kimselerin yapmaya cesaret edemediklerini yapabilen kahramanlar, bunlar sakat, bunlar sakat kahramanlar. bunların varlığı ile sakat karakterin yaratılıp sakatın ötekileştirilmesi kırılacak, bunlar ile çok da normal sayılmayan biz sakatlar, normal diğerleri anormal olacak.
bunlardan daha çok var. türkiye coğrafyasında da var. fakat sinemasında yok. ama olacak. ben bu hafta bu kahramanlardan konuşmak istiyorum.
burada. sakat ve aranızda olan sakat kahramanlarla.
eyvallah .......