Sakatlığın Tarihsel İnşası [1]
Kaynak: Sibel Yardımcı, "Sakatlığın Tarihsel İnşası" Engellilik ve Ayrımcılık: Eğitimciler için Temel Metinler ve Örnek Dersler içinde, K. Çayır, M. Soran, M. Ergün (der.), İstanbul: Karekök Akademi, 2015. Erişim: http://secbir.org/images/2015/pdf/metin1.pdf
Giriş
Irkçılık ve cinsiyet ayrımcılığı karşısında önemli kazanımların elde edildiği 1960'ların politik iklimi, sakatlara yönelik ayrımcılık biçimlerini hedef alan bir eylemliliğin de filizlenmesini mümkün kılmıştır. Hemen her zaman sosyo-politik gündemin ve kamusal temsilin dışında bırakılmış bulunan sakatlar, bu dönemde ve özellikle ABD ve İngiltere'de, kimi durumlarda lobi faaliyetleriyle, kimilerinde ise kitleselleşen eylemliliklerle seslerini duyurmaya başlamış; eğitim, istihdam, erişim gibi meseleleri "iane" değil, "hak" konusu yaparak, ayrımcılık karşıtı yasalar çıkarılmasını sağlamışlardır.
Bir sonraki bölümde detaylı bir şekilde aktaracağım bu gelişmeler, sakatlığın yeniden ve siyasi bir mesele olarak tanımlanmasına olanak vermiştir. Başka bir ifadeyle, sakatlığın "doğallığı" bozulmuştur: Yalnızca bedende bir eksiklik veya işlevsizlik olarak düşünüldüğü sürece sakatlık, tıbbın görüş ve müdahale alanında kalmış; sakatların eğitim, istihdam gibi imkanlardan faydalanamaması da bu durumun doğal bir sonucu olarak anlaşılmıştı. İşte sakat hareketinin belki de en önemli kazanımı, sakatlığın yalnızca bedensel-biyolojik değil, aynı zamanda tarihsel-toplumsal bir yaşantı olarak deneyimlendiğini ortaya koyması olmuştur. Böylece, sakat olmayan kişileri kollayan bir ideoloji ve buna eşlik eden bütün bir yaşam düzeni olarak "sağlamcılık" da sakatların maruz kaldığı bir ayrımcılık biçimi olarak yeniden tanımlanmıştır.
Buradaki tarihsellik vurgusu, bugün sakatlık olarak tarif edilen ve/ya deneyimlenen durumların tarih boyunca aynı şekilde tarif edilmedikleri ve/ya deneyimlenmedikleri anlamına gelir. Aşağıda daha detaylı bir şekilde göstermeye çalışacağım gibi, bugün geçerliliğini neredeyse hiç sorgulamadan kabul ettiğimiz bu tarif ve şekillendirdiği deneyim, hem üretim biçimindeki dönüşümlerin (feodal üretim biçiminden kapitalizme geçiş), hem de "insanın" bilgisini üretmeyi hedefleyen istatistik, nüfusbilim, sosyoloji veya psikoloji gibi bilim dallarının ortaya koyduğu normallik tanımlarının gölgesinde gelişmiştir. Sakatlığın tarihsel inşası olarak adlandırılabilecek bu sürecin sorgulanması, meselenin hem nasıl adlandırılacağı üzerine kavramsal tartışmalarla, hem de nasıl anlaşılacağına dair modellemelerle el ele gitmiştir. Metnin geri kalanında hem bu kavram ve model tartışmalarına, hem de sakatlığın tarihsel inşasına odaklanıyorum.
Kavram Üzerine: Özürlü mü, Engelli mi, Sakat mı?
Toplumsal algıdaki sakatlık imgesi, uzun bir dönem tıp biliminden ilham alan bir tanımın gölgesinde kalmıştır. Sağlam/normal/eksiksiz bir beden kabulünden yola çıkan bu yaklaşım, sakatlığın nasıl adlandırıldığı üzerinde de etkide bulunmuş; sakat hareketlerinin temel gayretlerinden biri de bu adlandırmayı bir mücadele alanına çevirmek olmuştur. Sakat hareketlerinin ABD ve İngiltere'de güçlü olduğu düşünüldüğünde, ilk kavram tartışmasının İngilizcede yapılması şaşırtıcı gelmeyecektir. Bugün İngilizce literatürde sakatlığın bedensel ve toplumsal yönlerini anlatan iki ayrı terim kullanılmaktadır: Buna göre bir veya daha çok uzvun kısmen veya tümüyle eksik veya işlevsiz olması "impairment" [yetiyitimi] olarak nitelendirilirken, "disability" [sakatlık] kavramı yaygın toplumsal ve mekânsal pratiklerin, söz konusu bedensel farkları göz ardı etmesinden kaynaklanan kısıtlamalara ve/ya olumsuzluklara atıf yapmaktadır. Bu kavramsallaştırma, sakatlığın toplumsal yönüne vurgu yapması, engeli sakat kişinin bedeninde değil, onu çevreleyen ve çerçeveleyen toplumsal örgütlenmede araması itibariyle önemlidir.
Sakatlığı nasıl adlandırmak gerektiğine dair benzer bir tartışma Türkçede de karşımıza çıkar. Gerek dilin kendi imkanları ve tarihindeki farklılıklar, gerekse sakat hareketinin Türkiye'de başka bir yol haritası izlemiş olması nedeniyle söz konusu tartışmanın içeriği burada başka türlü gelişmiş; olumsuz anlamın bertaraf edilebilmesi ana mesele haline gelmiştir. Bunun nedeni kuşkusuz Türkiye'de sakatlığın büyük bir olumsuzlukla (kişisel trajedi, utanç kaynağı vs. gibi) damgalanmış olmasıdır.
Bu noktada karşımıza çıkan üç terimin ilki "özürlü"dür. Bu terim devlet bürokrasisi dışında neredeyse terk edilmiştir, çünkü derhal bir defoya işaret etmektedir. Bu konuda sohbet etme imkanı bulduğumuz birçok sakat arkadaşımız, özürlünün genellikle hatalı üretimi çağrıştırdığını belirtmiş, ayrıca başka bir çağrışımı da devreye sokarak "özür dilemeleri" için bir neden olmadığını ifade etmiştir.
"Engelli" ve "sakat" terimlerine dair tartışma ise sürmektedir. Bugün alandaki birçok STK ve STK çalışanı "engelli" kavramını kullanmayı tercih etmekte ve bu vesileyle sakat kişinin "engellenmişliğinin" altını çizdiğini belirtmektedir. Fakat bu tanım da yer yer eleştirilmiş, engelin sakat kişide değil, toplumda olduğu vurgulanmıştır. Türkiye'deki sakat hareketinin günümüzdeki önemli isimlerinden Bülent Küçükaslan'ın Bianet'te yayımlanan "'Sakat' Politiktir!" başlıklı yazısı, neden tercihini "sakat" kavramından yana kullandığını ortaya koyuyor. Yazara göre, bir şeyi "özürlü" olarak nitelediğimizde, o şeyin değerini başka bir "bütün" ile kıyaslamış ve onu değersizleştirmiş oluyoruz. "Engelli" adlandırması, engelin çevrede değil, kişide olduğunu ima ediyor; bu anlamda sorumluluğu toplumun sırtından alıyor. Oysa "sakat" sözcüğü (sorunlu yanlar içerse de) daha çok bir hal tespiti yapıyor: "Hasılı, yeri geldiğinde 'Sakat Bülent' diye anılmam gayet güzel" diyor Küçükaslan, "Evet, sakatım, bu kadar basit". Fakat belki de daha önemlisi, tıpkı ırkçılık karşıtı "Siyah güzeldir!" sloganında olduğu gibi, "düşük, döküntü, düşük nitelikli" olarak kabul edilen bir bedenin, bu bedene eşlik eden bir halin sahipleniliyor olması. Küçükaslan'a göre, bu olumsuz anlama inat kavramı sahiplenmek, inadına "Sakat güzeldir ve sakatlık politiktir!" demek gerekiyor (bkz. 'Sakat' Politiktir! - Bülent Küçükaslan - bianet). Ben de bu eleştiri ve sahiplenme hattını takip ederek sakatlık kavramını kullanmayı tercih ediyorum.
Sakatlık Modelleri
Sakatlığın nasıl adlandırılması gerektiğine dair tartışma, nasıl kavranması gerektiğine dair tartışmayla el ele gitmiş ve benzer bir siyasi mücadelenin konusu olmuştur. İngilizcede sakatlığın bedensel ve toplumsal yönlerine atıf yapan iki kavram (bireysel/bedensel duruma atıf yapan impairment ve toplumsal inşaya karşılık gelen disability) arasındaki gerilim alternatif sakatlık modelleri arasında da görülebilir. Bu modelleri ve aralarındaki gerilimi anlamak, sakatlığın tarihsel inşası olarak ifade ettiğim süreci takip etmek açısından önemlidir; çünkü bu inşanın önemli bir ayağı sakatlığın "tıbbileştirilmesi", daha açık bir ifadeyle, münhasıran tıbbın bilgi ve ilgi alanında kalan bir konu olarak kavramsallaştırılmasıdır. Nitekim sakatlık modellerinin ilki ve belki de hala en yaygın olarak kullanılanı "tıbbi model"dir.
Aşağıda hem tıbbi modelin, hem de ona yönelik bir eleştiri olarak geliştirilen sosyal modelin ana hatlarını çiziyorum. Devamında, iki modele yönelik çeşitli eleştirileri özetliyorum.
Tıbbi model:
Buradaki tarihsel kırılma noktası, modern bilimin doğuşudur. Bu süreç sakatlığı dini bir konu olmaktan (Tanrı'nın gazabı, insanın sınanması vs.) tümüyle çıkarmasa da, öncelikle tıbbi bir mesele olarak kurgulamıştır. Buradaki temel varsayım, biyolojik olarak (ve tıbben) "normal" bir bedensel varoluştan söz edebileceğimizdir. Bu varoluş ancak tamlığı varsayılan, eksiksiz addedilen bir bedene eşlik edebilecektir. Böylece, bedensel farklılıklar skalasının önemli bir kısmı normal varoluştan dışlanmış olur. Bu tür (eksiğe işaret eden) farklar birer sapma, birer anomali olarak tarif edilir ve tedavileri hedeflenir. Daha önce belki de Tanrı'nın gazabı olarak okunan bir işaret, artık doğanın işleyişinde bir kısa devredir ve bu kısa devrenin tamiri/telafisi esas hale gelir. İşte tıbbın görevi budur.
Bu kavramsallaştırmadaki ikinci önemli nokta, sakatlığın bireysel ve bedende bir sorun olarak tarif edilmesi, böylece sakatlık deneyimine damgasını vuran olumsuz koşulların toplumsal boyutunun tümüyle göz ardı edilmesidir. Sakatlığın kişisel bir trajedi olarak tanımlanması, sakatı (ve ailesini) içinde bulundukları koşulların aşılamaz güçlüğüne ve bu durumun tümüyle kendi sorumlulukları olduğuna inandırmıştır. Bu güçlükleri aşmanın tek yolu, yeniden "normalleşmek", örneğin ne pahasına olursa olsun yeniden yürüyebilmek gibi algılanmıştır. Bu da ancak tıbbi-profesyonel bir destekle mümkün görünmektedir. Bu koşullar sakat kişinin hem çevresine (örneğin bakımını büyük oranda üstlenen ailesine), hem de tıbbi uzmanlığa bağımlılığını yeniden üretmiştir. Böylece sakat kişinin kendi hayatı üzerindeki söz ve karar hakkı, ya ailesine ya da ailesinin de sığındığı tıp kurumuna devredilmiştir.
Sosyal model:
İşte sosyal model bu modele karşıt olarak ve ABD ve İngiltere'deki sakat hareketi aktivistleri tarafından geliştirilmiştir (Bu kişilerin önemli bir kısmı akademisyendir ve Sakatlık Çalışmaları denilen çalışma alanının da beşeri ve sosyal bilimler başlığı altındaki yerini almasına önemli katkılarda bulunmuşlardır). Mevcut toplumun "sakatlayıcı" olduğu [disabling society] fikrine dayanan bu ikinci modele göre sakatlık deneyimini kuran, bedensel farkları dikkate almayan toplumsal örgütlenmedir. Her alanda ve anlamda erişilebilirliğin sağlanmasıyla birlikte, sakatlıkla ilişkilendirilen olumsuzluklar ortadan kalkabilecektir. Bu anlamda sakatlık tıbbi değil, siyasi bir meseledir. Sakat kimliğinin sahiplenilmesi mümkün, dahası söz konusu siyasi meselenin tartışmaya açılması için elzemdir. Sakatların örgütlenip haklarını talep etmeleri, kendilerine karşı ayrımcılık yapan "sağlamcı" toplumu [ableist society] dönüştürmeleri gerekmektedir.
[SIZE=1]Tablo 1. Tıbbi Model ve Sosyal Model Karşılaştırması[/SIZE]
İşte tıbbi otoritenin veya aileye bağımlılığın karşısına çıkarılan "bağımsız yaşam" [independent living] sloganı da bu perspektiften doğar. Böylece uzun bir zaman boyunca kaderi ailesinin veya emanet edildiği tıp kurumunun ellerine bırakılmış olan sakat kişilerin, kendi kaderlerini tayin hakkı dile getirilmiştir. Bu görüşe göre, sakat kişinin hayatını kendi istediği yönde şekillendirmesi, istediği gibi eğitim alıp çalışabilmesi, kendi ailesini kurabilmesi, çocuk sahibi olabilmesi esastır.
Ancak sosyal model de kısa bir süre sonra eleştirilerle karşılaşmıştır. Bu eleştirilerin kabaca iki hattı takip ettiği söylenebilir. Bunların ilki, "sakatlayıcı toplum" vurgusunun biyolojik ve bedensel olanla (çeşitli uzuv kayıpları ve yeti yitimleri) tarihsel, toplumsal ve kültürel olan (damga, ayrımcılık biçimleri vs.) arasındaki ikiliği yeniden ürettiğidir. Bu görüşe göre, sosyal model toplumdaki ayrımcı söylem ve pratikleri eleştirmiş fakat sakat kişinin bedensel varoluşunu, kendi bedenini algılama, onunla ilişkilenme, ondaki acıyla başa çıkma biçimlerini yine tümüyle tıbbın ellerine bırakmıştır. Bu da bizi ikinci eleştiri hattına taşır. Buna göre sosyal model, bedenin fizyolojik koşullarını ve bunların sonuçlarını (örneğin acıyı) hiçbir şekilde dikkate almamakta, bu anlamda sakatlığı tümüyle çevresel bir duruma indirgemektedir [2]
Sakatlık Çalışmaları başlığı altında gelişen araştırmaların son yıllarda çeşitlenmesi ve farklı disiplinlerden beslenmeye başlamasıyla birlikte hem tıbbi hem de sosyal modeli eleştiren farklı birçok yeni görüş belirmiştir. Bu çalışmalar burada özetlenemeyecek kadar çok ve çeşitlidir ama birkaç başlık altında toplanabilir: [4]
[Makalenin devamı bir sonraki mesajda]
[1]Bu metni oluştururken, daha önce yazdığım veya katkıda bulunduğum çeşitli yazılardan yararlandım. Kimi kısımlarını neredeyse değiştirmeden, kimilerini ise değiştirerek yeniden kullandım. Söz konusu yazıların orijinalleri şu kaynaklarda yer almıştır: Yardımcı, Sibel, "Sakatlık ve Mekan İlişkisi Üzerine", Birgün, 5 Mayıs 2010 [şuradan ulaşılabilir: http://www.engelliler.biz/forum/content/sakatlik-ve-mekan-iliskisi-uzerine-190.html]; Bezmez, Dikmen ve Yardımcı, Sibel (2013) "Kent Vatandaşlığı, Kent Hakkı ve Sakat Hakları", Kentsel Dönüşüm ve İnsan Hakları içinde, Kent ve İnsan Hakları Sempozyumu bildirileri, Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul. Dikmen Bezmez'e beni sakatlık üzerine çalışmaya teşvik ettiği, ilgili çalışmaları birlikte yürüttüğümüz süreçteki iş ve yol arkadaşlığı ve birlikte yazdığımız yazıyı etraflıca kullanmama izin verdiği için kocaman bir teşekkür borçluyum. Burada doğrudan alıntılamadığım ama birçok noktada yararlandığım bir diğer metin Dikmen Bezmez ve Yıldırım Şentürk'le birlikte yürüttüğümüz TÜBİTAK destekli "Engelli Hakları ve Kent Vatandaşlığı: İstanbul Özelinde Engelli Kişilerin Yaşamlarını Şekillendiren Aktörler ve Dinamikler" başlıklı projenin yayımlanmamış sonuç raporudur (Proje Numarası: 109K074).
[2] 2. Bülent Küçükaslan, "'Sakat' Politiktir!", Bianet, 8 Eylül 2011. Erişim tarihi: 20 Temmuz 2015. 'Sakat' Politiktir! - Bülent Küçükaslan - bianet
[3] Bu konuları etraflıca tartışan İngilizce kaynaklar hayli yüksek sayıda, Türkçe metinler için Sakatlık Çalışmaları'nın "Sakatlığa Kuramsal Yaklaşımlar" bölümüne bakılabilir (Bezmez ve diğ., 2011).
[4] Bunların ilki, hem bireysel (insan kişiliği ve psikolojisi de dahil olmak üzere) hem de toplumsal faktörleri hesaba katmayı öneren biyo-psiko-sosyal modeldir (BPS). Bu açıdan biyo-psiko-sosyal modelin hastalığın ve sakatlığın anlaşılmasında daha kapsamlı (belki toplamcı olarak addedilebilecek) bir yaklaşım izlediği, sosyal modelin tıbbi model eleştirisinin açtığı yoldan ilerlemekle birlikte, daha fazla değişkeni dikkate almayı denediği söylenebilir.
Tıbbi model-sosyal model ikiliğinden uzaklaşan diğer bir yaklaşımı, algıyı ve yaşantıyı öne çıkaran fenomenolojiden ilham alır. Buradaki temel kavramlardan biri "yaşanan beden"dir [lived body]. Yaşanan beden kavramı, kişinin kendi bedenini nasıl deneyimlediği sorusundan yola çıkar. Bu deneyim kişinin (dolayısıyla sakat kişinin) dünyada nasıl var olduğu, nasıl yaşadığı açısından belirleyicidir. Çünkü kişinin vücut bulduğu yer, kendine dair deneyimin nesnel (bedenim benimdir) ve öznel (beden ben'imdir) kutuplarını bir araya getiren bedendir. Dolayısıyla bu noktayı dikkate almadan sakatlık deneyimi yalnızca toplumsal formasyonlar veya ayrımcılık biçimleri ile açıklamak mümkün değil.
Tıbbi model-sosyal model ikiliğinden uzaklaşan bir diğer hat Michel Foucault'nun beden, tıp, cinsellik, bilim ve normallik üzerine çalışmalarını takip etmektedir. Bu hat bir yandan yalnızca deneyimin değil, bizzat bedenin tarihsel olarak şekillendiği iddiasıyla söz konusu ikilikten, saf (ham, tarafsız) deneyimin imkansızlığı vurgusuyla fenomenolojiden ayrılır. Bu yaklaşımda hem bedeni şekillendiren hem de deneyimi yapılandıran bilgi-iktidar düzenekleridir. Daha açık bir ifadeyle toplumların belirli tarihsel dönemlere özgü bilme biçimleri vardır; bu biçimler ilgili dönemin (bizzat tarihsel) hakikatini üretir, iktidar etkilerinin hareket geçmesine olanak sağlar. İşte (sakat) bedenimizi de, onunla ilgili (sakatlık) deneyimimizi de şekillendiren bu hakikat oyunları ve iktidar teknolojileridir.
Sakatlık Çalışmaları alanı geliştikçe, bu modellerin de çeşitleneceğini öngörmek mümkündür. Özetle tıbbi modelin eleştirisi olarak geliştirilen her alternatif sakatlığın tarihsel ve toplumsal inşa olduğu vurgusunu içerecektir.
Kaynak: Sibel Yardımcı, "Sakatlığın Tarihsel İnşası" Engellilik ve Ayrımcılık: Eğitimciler için Temel Metinler ve Örnek Dersler içinde, K. Çayır, M. Soran, M. Ergün (der.), İstanbul: Karekök Akademi, 2015. Erişim: http://secbir.org/images/2015/pdf/metin1.pdf
Giriş
Irkçılık ve cinsiyet ayrımcılığı karşısında önemli kazanımların elde edildiği 1960'ların politik iklimi, sakatlara yönelik ayrımcılık biçimlerini hedef alan bir eylemliliğin de filizlenmesini mümkün kılmıştır. Hemen her zaman sosyo-politik gündemin ve kamusal temsilin dışında bırakılmış bulunan sakatlar, bu dönemde ve özellikle ABD ve İngiltere'de, kimi durumlarda lobi faaliyetleriyle, kimilerinde ise kitleselleşen eylemliliklerle seslerini duyurmaya başlamış; eğitim, istihdam, erişim gibi meseleleri "iane" değil, "hak" konusu yaparak, ayrımcılık karşıtı yasalar çıkarılmasını sağlamışlardır.
Bir sonraki bölümde detaylı bir şekilde aktaracağım bu gelişmeler, sakatlığın yeniden ve siyasi bir mesele olarak tanımlanmasına olanak vermiştir. Başka bir ifadeyle, sakatlığın "doğallığı" bozulmuştur: Yalnızca bedende bir eksiklik veya işlevsizlik olarak düşünüldüğü sürece sakatlık, tıbbın görüş ve müdahale alanında kalmış; sakatların eğitim, istihdam gibi imkanlardan faydalanamaması da bu durumun doğal bir sonucu olarak anlaşılmıştı. İşte sakat hareketinin belki de en önemli kazanımı, sakatlığın yalnızca bedensel-biyolojik değil, aynı zamanda tarihsel-toplumsal bir yaşantı olarak deneyimlendiğini ortaya koyması olmuştur. Böylece, sakat olmayan kişileri kollayan bir ideoloji ve buna eşlik eden bütün bir yaşam düzeni olarak "sağlamcılık" da sakatların maruz kaldığı bir ayrımcılık biçimi olarak yeniden tanımlanmıştır.
Buradaki tarihsellik vurgusu, bugün sakatlık olarak tarif edilen ve/ya deneyimlenen durumların tarih boyunca aynı şekilde tarif edilmedikleri ve/ya deneyimlenmedikleri anlamına gelir. Aşağıda daha detaylı bir şekilde göstermeye çalışacağım gibi, bugün geçerliliğini neredeyse hiç sorgulamadan kabul ettiğimiz bu tarif ve şekillendirdiği deneyim, hem üretim biçimindeki dönüşümlerin (feodal üretim biçiminden kapitalizme geçiş), hem de "insanın" bilgisini üretmeyi hedefleyen istatistik, nüfusbilim, sosyoloji veya psikoloji gibi bilim dallarının ortaya koyduğu normallik tanımlarının gölgesinde gelişmiştir. Sakatlığın tarihsel inşası olarak adlandırılabilecek bu sürecin sorgulanması, meselenin hem nasıl adlandırılacağı üzerine kavramsal tartışmalarla, hem de nasıl anlaşılacağına dair modellemelerle el ele gitmiştir. Metnin geri kalanında hem bu kavram ve model tartışmalarına, hem de sakatlığın tarihsel inşasına odaklanıyorum.
Kavram Üzerine: Özürlü mü, Engelli mi, Sakat mı?
Toplumsal algıdaki sakatlık imgesi, uzun bir dönem tıp biliminden ilham alan bir tanımın gölgesinde kalmıştır. Sağlam/normal/eksiksiz bir beden kabulünden yola çıkan bu yaklaşım, sakatlığın nasıl adlandırıldığı üzerinde de etkide bulunmuş; sakat hareketlerinin temel gayretlerinden biri de bu adlandırmayı bir mücadele alanına çevirmek olmuştur. Sakat hareketlerinin ABD ve İngiltere'de güçlü olduğu düşünüldüğünde, ilk kavram tartışmasının İngilizcede yapılması şaşırtıcı gelmeyecektir. Bugün İngilizce literatürde sakatlığın bedensel ve toplumsal yönlerini anlatan iki ayrı terim kullanılmaktadır: Buna göre bir veya daha çok uzvun kısmen veya tümüyle eksik veya işlevsiz olması "impairment" [yetiyitimi] olarak nitelendirilirken, "disability" [sakatlık] kavramı yaygın toplumsal ve mekânsal pratiklerin, söz konusu bedensel farkları göz ardı etmesinden kaynaklanan kısıtlamalara ve/ya olumsuzluklara atıf yapmaktadır. Bu kavramsallaştırma, sakatlığın toplumsal yönüne vurgu yapması, engeli sakat kişinin bedeninde değil, onu çevreleyen ve çerçeveleyen toplumsal örgütlenmede araması itibariyle önemlidir.
Sakatlığı nasıl adlandırmak gerektiğine dair benzer bir tartışma Türkçede de karşımıza çıkar. Gerek dilin kendi imkanları ve tarihindeki farklılıklar, gerekse sakat hareketinin Türkiye'de başka bir yol haritası izlemiş olması nedeniyle söz konusu tartışmanın içeriği burada başka türlü gelişmiş; olumsuz anlamın bertaraf edilebilmesi ana mesele haline gelmiştir. Bunun nedeni kuşkusuz Türkiye'de sakatlığın büyük bir olumsuzlukla (kişisel trajedi, utanç kaynağı vs. gibi) damgalanmış olmasıdır.
Bu noktada karşımıza çıkan üç terimin ilki "özürlü"dür. Bu terim devlet bürokrasisi dışında neredeyse terk edilmiştir, çünkü derhal bir defoya işaret etmektedir. Bu konuda sohbet etme imkanı bulduğumuz birçok sakat arkadaşımız, özürlünün genellikle hatalı üretimi çağrıştırdığını belirtmiş, ayrıca başka bir çağrışımı da devreye sokarak "özür dilemeleri" için bir neden olmadığını ifade etmiştir.
"Engelli" ve "sakat" terimlerine dair tartışma ise sürmektedir. Bugün alandaki birçok STK ve STK çalışanı "engelli" kavramını kullanmayı tercih etmekte ve bu vesileyle sakat kişinin "engellenmişliğinin" altını çizdiğini belirtmektedir. Fakat bu tanım da yer yer eleştirilmiş, engelin sakat kişide değil, toplumda olduğu vurgulanmıştır. Türkiye'deki sakat hareketinin günümüzdeki önemli isimlerinden Bülent Küçükaslan'ın Bianet'te yayımlanan "'Sakat' Politiktir!" başlıklı yazısı, neden tercihini "sakat" kavramından yana kullandığını ortaya koyuyor. Yazara göre, bir şeyi "özürlü" olarak nitelediğimizde, o şeyin değerini başka bir "bütün" ile kıyaslamış ve onu değersizleştirmiş oluyoruz. "Engelli" adlandırması, engelin çevrede değil, kişide olduğunu ima ediyor; bu anlamda sorumluluğu toplumun sırtından alıyor. Oysa "sakat" sözcüğü (sorunlu yanlar içerse de) daha çok bir hal tespiti yapıyor: "Hasılı, yeri geldiğinde 'Sakat Bülent' diye anılmam gayet güzel" diyor Küçükaslan, "Evet, sakatım, bu kadar basit". Fakat belki de daha önemlisi, tıpkı ırkçılık karşıtı "Siyah güzeldir!" sloganında olduğu gibi, "düşük, döküntü, düşük nitelikli" olarak kabul edilen bir bedenin, bu bedene eşlik eden bir halin sahipleniliyor olması. Küçükaslan'a göre, bu olumsuz anlama inat kavramı sahiplenmek, inadına "Sakat güzeldir ve sakatlık politiktir!" demek gerekiyor (bkz. 'Sakat' Politiktir! - Bülent Küçükaslan - bianet). Ben de bu eleştiri ve sahiplenme hattını takip ederek sakatlık kavramını kullanmayı tercih ediyorum.
Sakatlık Modelleri
Sakatlığın nasıl adlandırılması gerektiğine dair tartışma, nasıl kavranması gerektiğine dair tartışmayla el ele gitmiş ve benzer bir siyasi mücadelenin konusu olmuştur. İngilizcede sakatlığın bedensel ve toplumsal yönlerine atıf yapan iki kavram (bireysel/bedensel duruma atıf yapan impairment ve toplumsal inşaya karşılık gelen disability) arasındaki gerilim alternatif sakatlık modelleri arasında da görülebilir. Bu modelleri ve aralarındaki gerilimi anlamak, sakatlığın tarihsel inşası olarak ifade ettiğim süreci takip etmek açısından önemlidir; çünkü bu inşanın önemli bir ayağı sakatlığın "tıbbileştirilmesi", daha açık bir ifadeyle, münhasıran tıbbın bilgi ve ilgi alanında kalan bir konu olarak kavramsallaştırılmasıdır. Nitekim sakatlık modellerinin ilki ve belki de hala en yaygın olarak kullanılanı "tıbbi model"dir.
Aşağıda hem tıbbi modelin, hem de ona yönelik bir eleştiri olarak geliştirilen sosyal modelin ana hatlarını çiziyorum. Devamında, iki modele yönelik çeşitli eleştirileri özetliyorum.
Tıbbi model:
Buradaki tarihsel kırılma noktası, modern bilimin doğuşudur. Bu süreç sakatlığı dini bir konu olmaktan (Tanrı'nın gazabı, insanın sınanması vs.) tümüyle çıkarmasa da, öncelikle tıbbi bir mesele olarak kurgulamıştır. Buradaki temel varsayım, biyolojik olarak (ve tıbben) "normal" bir bedensel varoluştan söz edebileceğimizdir. Bu varoluş ancak tamlığı varsayılan, eksiksiz addedilen bir bedene eşlik edebilecektir. Böylece, bedensel farklılıklar skalasının önemli bir kısmı normal varoluştan dışlanmış olur. Bu tür (eksiğe işaret eden) farklar birer sapma, birer anomali olarak tarif edilir ve tedavileri hedeflenir. Daha önce belki de Tanrı'nın gazabı olarak okunan bir işaret, artık doğanın işleyişinde bir kısa devredir ve bu kısa devrenin tamiri/telafisi esas hale gelir. İşte tıbbın görevi budur.
Bu kavramsallaştırmadaki ikinci önemli nokta, sakatlığın bireysel ve bedende bir sorun olarak tarif edilmesi, böylece sakatlık deneyimine damgasını vuran olumsuz koşulların toplumsal boyutunun tümüyle göz ardı edilmesidir. Sakatlığın kişisel bir trajedi olarak tanımlanması, sakatı (ve ailesini) içinde bulundukları koşulların aşılamaz güçlüğüne ve bu durumun tümüyle kendi sorumlulukları olduğuna inandırmıştır. Bu güçlükleri aşmanın tek yolu, yeniden "normalleşmek", örneğin ne pahasına olursa olsun yeniden yürüyebilmek gibi algılanmıştır. Bu da ancak tıbbi-profesyonel bir destekle mümkün görünmektedir. Bu koşullar sakat kişinin hem çevresine (örneğin bakımını büyük oranda üstlenen ailesine), hem de tıbbi uzmanlığa bağımlılığını yeniden üretmiştir. Böylece sakat kişinin kendi hayatı üzerindeki söz ve karar hakkı, ya ailesine ya da ailesinin de sığındığı tıp kurumuna devredilmiştir.
Sosyal model:
İşte sosyal model bu modele karşıt olarak ve ABD ve İngiltere'deki sakat hareketi aktivistleri tarafından geliştirilmiştir (Bu kişilerin önemli bir kısmı akademisyendir ve Sakatlık Çalışmaları denilen çalışma alanının da beşeri ve sosyal bilimler başlığı altındaki yerini almasına önemli katkılarda bulunmuşlardır). Mevcut toplumun "sakatlayıcı" olduğu [disabling society] fikrine dayanan bu ikinci modele göre sakatlık deneyimini kuran, bedensel farkları dikkate almayan toplumsal örgütlenmedir. Her alanda ve anlamda erişilebilirliğin sağlanmasıyla birlikte, sakatlıkla ilişkilendirilen olumsuzluklar ortadan kalkabilecektir. Bu anlamda sakatlık tıbbi değil, siyasi bir meseledir. Sakat kimliğinin sahiplenilmesi mümkün, dahası söz konusu siyasi meselenin tartışmaya açılması için elzemdir. Sakatların örgütlenip haklarını talep etmeleri, kendilerine karşı ayrımcılık yapan "sağlamcı" toplumu [ableist society] dönüştürmeleri gerekmektedir.
Tıbbi Model | Sosyal Model |
Kişisel trajedi teorisi | Toplumsal baskı teorisi |
Kişisel sorun | Toplumsal sorun |
Bireysel tedavi | Toplumsal eylem |
Tıbbileştirme | Öz-müdahale [self-help] |
Profesyonel egemenlik | Bireysel ve kolektif sorumluluk |
Uzmanlık | Deneyim |
Düzeltme (adjustment) | Olumlama [affirmation] |
Bireysel kimlik | Kolektif kimlik |
Önyargı | Ayrımcılık |
Tutum | Davranış |
Bakım | Haklar |
Kontrol | Seçenekler |
Politikalar (Policy) | Siyaset (politics) |
Bireysel Uyum | Toplumsal Değişim |
İşte tıbbi otoritenin veya aileye bağımlılığın karşısına çıkarılan "bağımsız yaşam" [independent living] sloganı da bu perspektiften doğar. Böylece uzun bir zaman boyunca kaderi ailesinin veya emanet edildiği tıp kurumunun ellerine bırakılmış olan sakat kişilerin, kendi kaderlerini tayin hakkı dile getirilmiştir. Bu görüşe göre, sakat kişinin hayatını kendi istediği yönde şekillendirmesi, istediği gibi eğitim alıp çalışabilmesi, kendi ailesini kurabilmesi, çocuk sahibi olabilmesi esastır.
Ancak sosyal model de kısa bir süre sonra eleştirilerle karşılaşmıştır. Bu eleştirilerin kabaca iki hattı takip ettiği söylenebilir. Bunların ilki, "sakatlayıcı toplum" vurgusunun biyolojik ve bedensel olanla (çeşitli uzuv kayıpları ve yeti yitimleri) tarihsel, toplumsal ve kültürel olan (damga, ayrımcılık biçimleri vs.) arasındaki ikiliği yeniden ürettiğidir. Bu görüşe göre, sosyal model toplumdaki ayrımcı söylem ve pratikleri eleştirmiş fakat sakat kişinin bedensel varoluşunu, kendi bedenini algılama, onunla ilişkilenme, ondaki acıyla başa çıkma biçimlerini yine tümüyle tıbbın ellerine bırakmıştır. Bu da bizi ikinci eleştiri hattına taşır. Buna göre sosyal model, bedenin fizyolojik koşullarını ve bunların sonuçlarını (örneğin acıyı) hiçbir şekilde dikkate almamakta, bu anlamda sakatlığı tümüyle çevresel bir duruma indirgemektedir [2]
Sakatlık Çalışmaları başlığı altında gelişen araştırmaların son yıllarda çeşitlenmesi ve farklı disiplinlerden beslenmeye başlamasıyla birlikte hem tıbbi hem de sosyal modeli eleştiren farklı birçok yeni görüş belirmiştir. Bu çalışmalar burada özetlenemeyecek kadar çok ve çeşitlidir ama birkaç başlık altında toplanabilir: [4]
[Makalenin devamı bir sonraki mesajda]
[1]Bu metni oluştururken, daha önce yazdığım veya katkıda bulunduğum çeşitli yazılardan yararlandım. Kimi kısımlarını neredeyse değiştirmeden, kimilerini ise değiştirerek yeniden kullandım. Söz konusu yazıların orijinalleri şu kaynaklarda yer almıştır: Yardımcı, Sibel, "Sakatlık ve Mekan İlişkisi Üzerine", Birgün, 5 Mayıs 2010 [şuradan ulaşılabilir: http://www.engelliler.biz/forum/content/sakatlik-ve-mekan-iliskisi-uzerine-190.html]; Bezmez, Dikmen ve Yardımcı, Sibel (2013) "Kent Vatandaşlığı, Kent Hakkı ve Sakat Hakları", Kentsel Dönüşüm ve İnsan Hakları içinde, Kent ve İnsan Hakları Sempozyumu bildirileri, Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul. Dikmen Bezmez'e beni sakatlık üzerine çalışmaya teşvik ettiği, ilgili çalışmaları birlikte yürüttüğümüz süreçteki iş ve yol arkadaşlığı ve birlikte yazdığımız yazıyı etraflıca kullanmama izin verdiği için kocaman bir teşekkür borçluyum. Burada doğrudan alıntılamadığım ama birçok noktada yararlandığım bir diğer metin Dikmen Bezmez ve Yıldırım Şentürk'le birlikte yürüttüğümüz TÜBİTAK destekli "Engelli Hakları ve Kent Vatandaşlığı: İstanbul Özelinde Engelli Kişilerin Yaşamlarını Şekillendiren Aktörler ve Dinamikler" başlıklı projenin yayımlanmamış sonuç raporudur (Proje Numarası: 109K074).
[2] 2. Bülent Küçükaslan, "'Sakat' Politiktir!", Bianet, 8 Eylül 2011. Erişim tarihi: 20 Temmuz 2015. 'Sakat' Politiktir! - Bülent Küçükaslan - bianet
[3] Bu konuları etraflıca tartışan İngilizce kaynaklar hayli yüksek sayıda, Türkçe metinler için Sakatlık Çalışmaları'nın "Sakatlığa Kuramsal Yaklaşımlar" bölümüne bakılabilir (Bezmez ve diğ., 2011).
[4] Bunların ilki, hem bireysel (insan kişiliği ve psikolojisi de dahil olmak üzere) hem de toplumsal faktörleri hesaba katmayı öneren biyo-psiko-sosyal modeldir (BPS). Bu açıdan biyo-psiko-sosyal modelin hastalığın ve sakatlığın anlaşılmasında daha kapsamlı (belki toplamcı olarak addedilebilecek) bir yaklaşım izlediği, sosyal modelin tıbbi model eleştirisinin açtığı yoldan ilerlemekle birlikte, daha fazla değişkeni dikkate almayı denediği söylenebilir.
Tıbbi model-sosyal model ikiliğinden uzaklaşan diğer bir yaklaşımı, algıyı ve yaşantıyı öne çıkaran fenomenolojiden ilham alır. Buradaki temel kavramlardan biri "yaşanan beden"dir [lived body]. Yaşanan beden kavramı, kişinin kendi bedenini nasıl deneyimlediği sorusundan yola çıkar. Bu deneyim kişinin (dolayısıyla sakat kişinin) dünyada nasıl var olduğu, nasıl yaşadığı açısından belirleyicidir. Çünkü kişinin vücut bulduğu yer, kendine dair deneyimin nesnel (bedenim benimdir) ve öznel (beden ben'imdir) kutuplarını bir araya getiren bedendir. Dolayısıyla bu noktayı dikkate almadan sakatlık deneyimi yalnızca toplumsal formasyonlar veya ayrımcılık biçimleri ile açıklamak mümkün değil.
Tıbbi model-sosyal model ikiliğinden uzaklaşan bir diğer hat Michel Foucault'nun beden, tıp, cinsellik, bilim ve normallik üzerine çalışmalarını takip etmektedir. Bu hat bir yandan yalnızca deneyimin değil, bizzat bedenin tarihsel olarak şekillendiği iddiasıyla söz konusu ikilikten, saf (ham, tarafsız) deneyimin imkansızlığı vurgusuyla fenomenolojiden ayrılır. Bu yaklaşımda hem bedeni şekillendiren hem de deneyimi yapılandıran bilgi-iktidar düzenekleridir. Daha açık bir ifadeyle toplumların belirli tarihsel dönemlere özgü bilme biçimleri vardır; bu biçimler ilgili dönemin (bizzat tarihsel) hakikatini üretir, iktidar etkilerinin hareket geçmesine olanak sağlar. İşte (sakat) bedenimizi de, onunla ilgili (sakatlık) deneyimimizi de şekillendiren bu hakikat oyunları ve iktidar teknolojileridir.
Sakatlık Çalışmaları alanı geliştikçe, bu modellerin de çeşitleneceğini öngörmek mümkündür. Özetle tıbbi modelin eleştirisi olarak geliştirilen her alternatif sakatlığın tarihsel ve toplumsal inşa olduğu vurgusunu içerecektir.