Dikmen Bezmez
Kürtaj meselesi son dönemde Türkiye’de çok tartışılır oldu. Bu yazıya başlamadan önce hemen belirtmeliyim ki, burada tartışmaya açacağım konu, son günlerde Türkiye gündemine düşen kürtaj tartışmalarından çok farklı bir yere oturuyor. Hatta yanlış anlaşılmalara mahal vermemek adına, önceden belirtmeliyim ki, son dönemde Türkiye’de kürtaj meselesinin tartışılış şeklini kadın bedenine büyük bir müdahale olarak görüyorum ve kadın hakları açısından baktığımızda kabul edilmesinin mümkün olmadığını düşünüyorum. Ancak yazının geri kalanında netleşeceği üzere, bu yazıda benim meramım başka. Bu yazıda kürtaj meselesine Sakatlık Çalışmaları açısından yaklaşmak istiyorum. Aşağıdaki paragraflarda bundan ne kast ettiğimin daha anlaşılır olacağını umuyorum. Buyurun beraber bakalım, sonra da tartışalım
Bugün Türkiye’de dünyanın birçok farklı yerinde olduğu gibi, herhangi bir nedenden ötürü istenmeyen bir gebelik söz konusu olduğunda belli bir haftaya kadar doğumun sonlandırılması yasal (Son tartışmaları takip edebildiğim kadarıyla bu yasal sınır 10. hafta olarak devam ediyor). Ancak gebelik esnasında embriyoda “normal” dışı bir gelişim, örneğin bir sakatlık tespit edilirse, gebelik 10. hafta sonrasında da yasal olarak sonlandırılabiliyor. İşte sanırım, bizleri üzerinde biraz düşünmeye sevk etmeye çalışacağım nokta burada başlıyor. Yani sakat bebek-sakat olmayan bebek ayırımının kürtaj ile olan ilişkisi üzerinde durmak istiyorum. Yoksa daha temel olarak kürtaj hakkı değil tartışmak istediğim.
Sakat bebeğin doğumu ile sonuçlanacak gebeliğin sonlandırılmasının “normal” bir gebelikten daha ileri bir aşamaya kadar yasal sayılması durumuna farklı yaklaşımlar var. Sanırım en basit şekliyle bu yaklaşımları ikiye ayırabiliriz:
“Bazı yaşamlar vardır ki, başlamadan sonlandırılmaları her daim meşrudur”
Birinci yaklaşıma göre, bu pratik sorunlu görünmemektedir. Bu bakış açısı çeşitli dayanak noktalarından feyiz alabilir:
a- Sakat bedenlerin yaşamları trajiktir; acı içindedirler; yaşamdan, sakat olmayan bedenler kadar haz almamaktadırlar. Kendileri de yaşamaktan mutlu değildirler. Dolayısıyla sakatlığı olan bebekleri dünyaya getirmek o bebekler açısından da sıkıntı yaratır. Bu yaşamları sonlandırmak her şeyden önce o bebekler için hayırlıdır.
b- Sakat kişiler toplum için yük olacaklardır. Ailelerinin yaşamlarını sınırlandıracaklar; sağlık sistemine ekstra masraf çıkaracaklar; üretime katılamayacaklardır. Dolayısıyla bu gebelikleri sonlandırmak toplum açısından da hayırlıdır.
c- Sakat beden “estetik” değildir. “Normal” bedenden farklıdır. Oysa çağımızda “güzel”, “fit”, “sağlıklı”, “zayıf” olmak belki de her şeyden önemlidir. Dolayısıyla sakat bedenlerin doğumuna baştan mani olmak bu açıdan da hayırlıdır.
d- Sakat bir bebeğe bakmak, onu büyütmek, maddi ve manevi açıdan çeşitli zorlukları içinde barındırır. Doğum sonrasında bu zorluklar sıklıkla kadınların üstlendiği meseleler halini alır. Dolayısıyla doğum öncesinde kadına sakat embriyonun kürtaj yoluyla alınma hakkının tanınması, bunun bir seçenek olarak sunulması temel bir gerekliliktir. Bu hak, bu seçenek kadının elinden alınmamalıdır.
Yukarıda, en basit ve öz şekliyle, sakat bebeğin doğumu ile sonuçlanabilecek gebeliklerin ileri safhalarda dahi sonlandırılmasını meşru kıldığı iddia edilen temel dayanak noktalarını sıraladım. Bu birinci yaklaşımdı. İkinci yaklaşım ise, bu sürece daha farklı bakıyor. Sakatlık Çalışmaları alanında yazan çizen kişilerin çoğunlukla bu ikinci yaklaşımı benimsediklerini söylemek yanlış olmaz sanırım.
“Sakatlar olmadan sakat bedenlerin yaşamları üzerinde söz sahibi olmak nasıl meşru olabilir?”
İkinci yaklaşıma göre, sakat bebek-sakat olmayan bebek ayırımının kürtajla olan ilişkisi sorunlu görülüyor. En basit şekliyle bu farklı muamele -yani sakat embriyonun gebeliğin ileri safhalarında dahi alınmasının meşrulaştırılması, ancak “normal” bebek için bu sürecin farklı işlemesi- üzerinde çok derinlikli olarak düşünülmesi gereken bir olgu olarak kabul ediliyor. Bu farklı muamelenin altında toplumsal olarak sahip olduğumuz ön yargıların, içinde bulunduğumuz toplumsal yapının, olanaksızlıkların, iktidar ilişkilerinin yattığı vurgulanıyor. Aşağıda biraz bu noktaları açmaya çalışacağım:
a- İlk olarak, sakat bedenlerin yaşamlarının trajik olduğu, acı içinde geçtiği, hayattan “normal” olan bedenlere oranla daha az zevk aldıkları -hatta bazılarına göre hiç zevk almadıkları-, dolayısıyla dünyaya gelmemenin onlar açısından da hayırlı olduğu düşüncesi büyük oranda, “normal” bedenlerin ön yargılarından ve sakatların hayatlarını bilmemelerinden, tanımamalarından kaynaklanıyor. Yani kim kimin adına karar verebilir ki, hayatının anlamsız ve trajik olduğuna? sorusu bu noktada öne çıkıyor. Bu noktayı vurgulayan kişiler, sakat kişilerin zaman zaman çektikleri acıları, sorunları göz ardı etmiyorlar elbette. Ancak sakat olmayan kişilerin -ki sıklıkla bu kişiler iktidar sahibi kişiler oluyor- bu noktayı abarttıklarını, genelleştirdiklerini, aslında sakat kişiler ile konuşsalar, onların düşüncelerini dinleseler, kendi hayal ettiklerinden çok daha değerli ve acısı ve hazzı ile kıymetli yaşamlar ile karşılaşacaklarını vurguluyorlar. Dolayısı ile kimsenin bir başkasının hayatının ne kadar trajik ya da ne kadar değerli olduğu hakkında hüküm yetkisinin olmaması gerektiğini vurguluyorlar.
b- Sakat embriyonun alınmasını meşru gören kesim büyük oranda “seçme hakkı”ndan söz ediyor. Sakatlık Çalışmaları perspektifine göre de seçme hakkı elbette çok önemli. Yani kimse kadınların elinden kürtajı seçme hakkının alınması gerektiğini vurgulamıyor. Hatta bu bağlamda, birinci yaklaşıma göre sıraladığım noktalar arasında d- şıkkında vurguladığım, kadının kürtajı seçme hakkının önemi, çünkü maddi ve manevi zorluklarla sıklıkla kadının baş etmek durumunda kaldığı gerçeği, bu ikinci yaklaşımı benimseyenler tarafından da çok önemseniyor; belki de yukarıda sıralanan maddeler arasında tek meşru olanı olarak görülüyor. Ancak burada vurgulanan nokta şu: Seçme hakkımızı kullanırken, seçeneklerimiz hakkında aslında ne kadar bilgilendiriliyoruz? Bu bilgileri kimlerden alıyoruz? Bu noktada karşımıza çıkan resim şöyle: Doğacak bebeğinin sakat olacağını öğrenen kadın, bu aşamadan sonra temel bilgileri doktorundan alıyor. Yani bunun ne anlama geldiği, hayatta ne gibi zorluklarla karşılaşabileceği, bundan sonra ne yapması gerektiği gibi noktalarda temel bilgileri doktorlar veriyorlar. Oysa yukarıdaki maddede değindiğimiz gibi, sakat kişilerin hayatlarına atfettikleri anlam ile sakat olmayan kişilerin onların hayatları ile ilgili düşünceleri arasında dağlar kadar fark var. Kaldı ki doktorlar sakat kişileri sıklıkla ya sakatlıklarının başlangıç aşamasında görüyorlar, ya da daha sonra bir sıkıntıları olduğunda. Yani sakat kişileri her gördüklerinde o kişi en sıkıntılı günlerini yaşıyor oluyor. Dolayısıyla “trajik” hayatlar söylemi özellikle de doktorlar arasında oldukça baskın olabiliyor. Bu durumda kürtaja karar verecek kadın/aile, doktorun bilgilendirmesi ile yaparsa seçimini -ki genelde böyle olduğunu belirtiyor araştırmalar-, aslında eksik bilgilendirme ile karar vermiş oluyor. Bebeğiniz sakat mı doğacak? Belki de kararınızı vermeden önce sadece doktorunuz ile değil, sakat kişilerle de görüşmelisiniz. Bakalım onlar size nasıl bir hikâye anlatacaklar hayatlarına dair. Dediğim gibi, burada vurgulanan kadının elinden seçme hakkının alınması değil, karar öncesinde doğru bilgilendirilmesi gerekliliği.
c- Sakatlık Çalışmaları perspektifinden bakınca, bu “seçme hakkı” ile ilgili olarak vurgulanan bir başka nokta da “seçmeme hakkı” ile ilgili . Şöyle ki: Çalışmalar gösteriyor ki, çoğumuz sakat embriyo söz konusu olduğunda, gebeliğin sonlandırılması kararının desteklendiği bir dünyada yaşıyoruz. Bu seçeneğimiz var. Diyelim bir kadın bebeğinin sakat doğacağını öğrendi, doktoru ile gerekli görüşmeleri yaptı ve kararını verdi: “Bebek doğsun…”. Burada şu nokta öne çıkıyor: Sakat bebeğin doğmaması yönünde ağırlıklı bir görüş birliğinin olduğu bir dünyada, “yine de” doğan bebeğin hali ne olacak? Yani, sosyal devlet “yine de” ona sakatlık maaşı bağlayacak mı örneğin? Sağlık hizmetinden gerektiği gibi yararlanacak mı? İş bulacak mı? Okula gidebilecek mi bu bebek? Yoksa devlet, toplum, konu komşu, akraba, aile, şu bu bir olup kadına ve sakat kişiye şöyle mi bakacaklar: “Bak, tüm ‘bilgilendirmelere’ rağmen doğuracam diye tutturursan olacağı budur. Layığını da bulursun”? Abartıyormuşum gibi gelmesin kulağınıza, abartmıyorum… Kürtajı seçme hakkı kadar, sakat embriyo söz konusu olduğunda, kürtajı seçmeme hakkı da olmalı diyor Sakatlık Çalışmaları. İkisinin aynı anda tanınması için düşünmeli, taşınmalı, aslında mümkün; ama istemek, niyet koymak gerek…
d- Neden bu kadar zor sakat bebeğin doğumunu mümkün kılmak? Yani burada bile, sakat bebeği doğurmamak için öne sürülen nedenleri iki satırda anlatıverdim de, “sakat bebek de doğabilir kardeşim” argümanını açıkla açıkla bitmiyor. Sanki ne kadar açıklasam da, yine yeterince açık olamıyor Sakatlık Çalışmaları perspektifinden yazan bir kısım araştırmacıya göre, birçok nedeni var bunun. Ancak temel nedenlerinden birisi bu işin ekonomisi. Geldi yine çattı başımıza para meselesi. Yani “sakat bebekler dünyaya gelmesin”i desteklemek bazı cepleri dolduruyor. Bunu iki açıdan düşünebiliriz belki: İlk olarak, sosyal devlet harcamaları… Birinci bakışı açıklarken öne çıktığı üzere, “üretken olma”, “topluma katkıda bulunma –bu katkı nedense hep maddiyat ile ölçülüyor” vs algıları o kadar baskın ki, yaşlılar, sakatlar, hastalar vs için yapılan sosyal devlet harcamaları birçok kişiyi rahatsız ediyor. Sakat kişinin “yük” olmasından dem vuranlar işte bu kişiler ve iktidar grupları. Hatta sakat kişiler dahi birçok zaman içselleştirmiyor mu bu durumu? Yani “yük” olarak hissetmiyorlar mı kendilerini? Oysa bu bir hak… İnsan hakkı, vatandaş hakkı, şu hakkı, bu hakkı, ama hak… İkinci olarak “mükemmel”, “hatasız” bebekler -hatta erişkinler- yaratma çabası kendi içerisinde bir sektör. Bu sektörün başını çeken güçlerden biri de gen teknolojileri araştırmaları. Gattaca filmini izleyen var mı bilemiyorum. Ancak film gen teknolojilerinin ileri aşamalarda insanlık adına yaratabileceği sıkıntıları güzel ortaya koyuyor bence. Genetik araştırmaların tümünü eleştirmek değil elbette niyetim. Bu çok saçma olurdu. Ancak genetik araştırmalar kolaylıkla “mükemmel” bebekler üretmek fikrine evirilebilir gibi görünüyor. Gen teknolojilerinin sakat olan embriyoyu dünya üzerinden kaldırmak üzere kullanılması çok uzak bir ihtimal mi emin değilim. Ancak araştırmaların ortaya koyduğu bir nokta var ki, genetik araştırmaları, bunlara yapılan yatırımlar, aynı zamanda büyük bir sektörün dönmesini sağlıyor. ABD’de bu alandaki devlet sübvansiyonları o kadar yüksek ki, tıp alanında çalışanlar bu fonları kapmak için adeta yarışıyorlar. Yani işin içinde para var…
Peki ne yapacağız?
Çok uzun oldu bu yazı; şimdi kesmek istiyorum. Kısaca şuna da değinmeliyim bitirmeden. Peki ne yapacağız? Dediğim gibi, kadının kürtaj seçeneği hiçbir koşulda elinden alınmamalı. Bunu yazmama bile gerek olmamalı. Buradaki tartışma o nedenle Türkiye’de şu anda gündemde olan tartışmalardan farklı bir yere oturuyor. Ancak, kadın doğru bilgilendirilmeli. Bu bilgilendirme esnasında muhakkak ama muhakkak sakat kişilerden destek alınmalı. Sakat bir bebek mi gelecek dünyaya, anne sakat kişilerle görüşebilmeli, onlardan bilgi edinebilmeli. Sadece doktorların çemberinde verilmemeli kararlar. Bununla beraber, kürtaj hakkı devam etse dahi, devlet politikaları, sakat kişileri her alanda kapsayıcı şekilde genişletilmeli. Yani sosyal devlet kapsayıcı olmalı; sağlık sistemi, eğitim olanakları vs kapsayıcı olmalı. Bu nedenle illa kürtaja tamamen karşı ya da tamamen taraftar olmak gerekmiyor bence sakatlık söz konusu olduğunda. Mesele çok daha incelikli tartışılmalı gibi geliyor bana: Ne dersiniz?
Kürtaj meselesi son dönemde Türkiye’de çok tartışılır oldu. Bu yazıya başlamadan önce hemen belirtmeliyim ki, burada tartışmaya açacağım konu, son günlerde Türkiye gündemine düşen kürtaj tartışmalarından çok farklı bir yere oturuyor. Hatta yanlış anlaşılmalara mahal vermemek adına, önceden belirtmeliyim ki, son dönemde Türkiye’de kürtaj meselesinin tartışılış şeklini kadın bedenine büyük bir müdahale olarak görüyorum ve kadın hakları açısından baktığımızda kabul edilmesinin mümkün olmadığını düşünüyorum. Ancak yazının geri kalanında netleşeceği üzere, bu yazıda benim meramım başka. Bu yazıda kürtaj meselesine Sakatlık Çalışmaları açısından yaklaşmak istiyorum. Aşağıdaki paragraflarda bundan ne kast ettiğimin daha anlaşılır olacağını umuyorum. Buyurun beraber bakalım, sonra da tartışalım
Bugün Türkiye’de dünyanın birçok farklı yerinde olduğu gibi, herhangi bir nedenden ötürü istenmeyen bir gebelik söz konusu olduğunda belli bir haftaya kadar doğumun sonlandırılması yasal (Son tartışmaları takip edebildiğim kadarıyla bu yasal sınır 10. hafta olarak devam ediyor). Ancak gebelik esnasında embriyoda “normal” dışı bir gelişim, örneğin bir sakatlık tespit edilirse, gebelik 10. hafta sonrasında da yasal olarak sonlandırılabiliyor. İşte sanırım, bizleri üzerinde biraz düşünmeye sevk etmeye çalışacağım nokta burada başlıyor. Yani sakat bebek-sakat olmayan bebek ayırımının kürtaj ile olan ilişkisi üzerinde durmak istiyorum. Yoksa daha temel olarak kürtaj hakkı değil tartışmak istediğim.
Sakat bebeğin doğumu ile sonuçlanacak gebeliğin sonlandırılmasının “normal” bir gebelikten daha ileri bir aşamaya kadar yasal sayılması durumuna farklı yaklaşımlar var. Sanırım en basit şekliyle bu yaklaşımları ikiye ayırabiliriz:
“Bazı yaşamlar vardır ki, başlamadan sonlandırılmaları her daim meşrudur”
Birinci yaklaşıma göre, bu pratik sorunlu görünmemektedir. Bu bakış açısı çeşitli dayanak noktalarından feyiz alabilir:
a- Sakat bedenlerin yaşamları trajiktir; acı içindedirler; yaşamdan, sakat olmayan bedenler kadar haz almamaktadırlar. Kendileri de yaşamaktan mutlu değildirler. Dolayısıyla sakatlığı olan bebekleri dünyaya getirmek o bebekler açısından da sıkıntı yaratır. Bu yaşamları sonlandırmak her şeyden önce o bebekler için hayırlıdır.
b- Sakat kişiler toplum için yük olacaklardır. Ailelerinin yaşamlarını sınırlandıracaklar; sağlık sistemine ekstra masraf çıkaracaklar; üretime katılamayacaklardır. Dolayısıyla bu gebelikleri sonlandırmak toplum açısından da hayırlıdır.
c- Sakat beden “estetik” değildir. “Normal” bedenden farklıdır. Oysa çağımızda “güzel”, “fit”, “sağlıklı”, “zayıf” olmak belki de her şeyden önemlidir. Dolayısıyla sakat bedenlerin doğumuna baştan mani olmak bu açıdan da hayırlıdır.
d- Sakat bir bebeğe bakmak, onu büyütmek, maddi ve manevi açıdan çeşitli zorlukları içinde barındırır. Doğum sonrasında bu zorluklar sıklıkla kadınların üstlendiği meseleler halini alır. Dolayısıyla doğum öncesinde kadına sakat embriyonun kürtaj yoluyla alınma hakkının tanınması, bunun bir seçenek olarak sunulması temel bir gerekliliktir. Bu hak, bu seçenek kadının elinden alınmamalıdır.
Yukarıda, en basit ve öz şekliyle, sakat bebeğin doğumu ile sonuçlanabilecek gebeliklerin ileri safhalarda dahi sonlandırılmasını meşru kıldığı iddia edilen temel dayanak noktalarını sıraladım. Bu birinci yaklaşımdı. İkinci yaklaşım ise, bu sürece daha farklı bakıyor. Sakatlık Çalışmaları alanında yazan çizen kişilerin çoğunlukla bu ikinci yaklaşımı benimsediklerini söylemek yanlış olmaz sanırım.
“Sakatlar olmadan sakat bedenlerin yaşamları üzerinde söz sahibi olmak nasıl meşru olabilir?”
İkinci yaklaşıma göre, sakat bebek-sakat olmayan bebek ayırımının kürtajla olan ilişkisi sorunlu görülüyor. En basit şekliyle bu farklı muamele -yani sakat embriyonun gebeliğin ileri safhalarında dahi alınmasının meşrulaştırılması, ancak “normal” bebek için bu sürecin farklı işlemesi- üzerinde çok derinlikli olarak düşünülmesi gereken bir olgu olarak kabul ediliyor. Bu farklı muamelenin altında toplumsal olarak sahip olduğumuz ön yargıların, içinde bulunduğumuz toplumsal yapının, olanaksızlıkların, iktidar ilişkilerinin yattığı vurgulanıyor. Aşağıda biraz bu noktaları açmaya çalışacağım:
a- İlk olarak, sakat bedenlerin yaşamlarının trajik olduğu, acı içinde geçtiği, hayattan “normal” olan bedenlere oranla daha az zevk aldıkları -hatta bazılarına göre hiç zevk almadıkları-, dolayısıyla dünyaya gelmemenin onlar açısından da hayırlı olduğu düşüncesi büyük oranda, “normal” bedenlerin ön yargılarından ve sakatların hayatlarını bilmemelerinden, tanımamalarından kaynaklanıyor. Yani kim kimin adına karar verebilir ki, hayatının anlamsız ve trajik olduğuna? sorusu bu noktada öne çıkıyor. Bu noktayı vurgulayan kişiler, sakat kişilerin zaman zaman çektikleri acıları, sorunları göz ardı etmiyorlar elbette. Ancak sakat olmayan kişilerin -ki sıklıkla bu kişiler iktidar sahibi kişiler oluyor- bu noktayı abarttıklarını, genelleştirdiklerini, aslında sakat kişiler ile konuşsalar, onların düşüncelerini dinleseler, kendi hayal ettiklerinden çok daha değerli ve acısı ve hazzı ile kıymetli yaşamlar ile karşılaşacaklarını vurguluyorlar. Dolayısı ile kimsenin bir başkasının hayatının ne kadar trajik ya da ne kadar değerli olduğu hakkında hüküm yetkisinin olmaması gerektiğini vurguluyorlar.
b- Sakat embriyonun alınmasını meşru gören kesim büyük oranda “seçme hakkı”ndan söz ediyor. Sakatlık Çalışmaları perspektifine göre de seçme hakkı elbette çok önemli. Yani kimse kadınların elinden kürtajı seçme hakkının alınması gerektiğini vurgulamıyor. Hatta bu bağlamda, birinci yaklaşıma göre sıraladığım noktalar arasında d- şıkkında vurguladığım, kadının kürtajı seçme hakkının önemi, çünkü maddi ve manevi zorluklarla sıklıkla kadının baş etmek durumunda kaldığı gerçeği, bu ikinci yaklaşımı benimseyenler tarafından da çok önemseniyor; belki de yukarıda sıralanan maddeler arasında tek meşru olanı olarak görülüyor. Ancak burada vurgulanan nokta şu: Seçme hakkımızı kullanırken, seçeneklerimiz hakkında aslında ne kadar bilgilendiriliyoruz? Bu bilgileri kimlerden alıyoruz? Bu noktada karşımıza çıkan resim şöyle: Doğacak bebeğinin sakat olacağını öğrenen kadın, bu aşamadan sonra temel bilgileri doktorundan alıyor. Yani bunun ne anlama geldiği, hayatta ne gibi zorluklarla karşılaşabileceği, bundan sonra ne yapması gerektiği gibi noktalarda temel bilgileri doktorlar veriyorlar. Oysa yukarıdaki maddede değindiğimiz gibi, sakat kişilerin hayatlarına atfettikleri anlam ile sakat olmayan kişilerin onların hayatları ile ilgili düşünceleri arasında dağlar kadar fark var. Kaldı ki doktorlar sakat kişileri sıklıkla ya sakatlıklarının başlangıç aşamasında görüyorlar, ya da daha sonra bir sıkıntıları olduğunda. Yani sakat kişileri her gördüklerinde o kişi en sıkıntılı günlerini yaşıyor oluyor. Dolayısıyla “trajik” hayatlar söylemi özellikle de doktorlar arasında oldukça baskın olabiliyor. Bu durumda kürtaja karar verecek kadın/aile, doktorun bilgilendirmesi ile yaparsa seçimini -ki genelde böyle olduğunu belirtiyor araştırmalar-, aslında eksik bilgilendirme ile karar vermiş oluyor. Bebeğiniz sakat mı doğacak? Belki de kararınızı vermeden önce sadece doktorunuz ile değil, sakat kişilerle de görüşmelisiniz. Bakalım onlar size nasıl bir hikâye anlatacaklar hayatlarına dair. Dediğim gibi, burada vurgulanan kadının elinden seçme hakkının alınması değil, karar öncesinde doğru bilgilendirilmesi gerekliliği.
c- Sakatlık Çalışmaları perspektifinden bakınca, bu “seçme hakkı” ile ilgili olarak vurgulanan bir başka nokta da “seçmeme hakkı” ile ilgili . Şöyle ki: Çalışmalar gösteriyor ki, çoğumuz sakat embriyo söz konusu olduğunda, gebeliğin sonlandırılması kararının desteklendiği bir dünyada yaşıyoruz. Bu seçeneğimiz var. Diyelim bir kadın bebeğinin sakat doğacağını öğrendi, doktoru ile gerekli görüşmeleri yaptı ve kararını verdi: “Bebek doğsun…”. Burada şu nokta öne çıkıyor: Sakat bebeğin doğmaması yönünde ağırlıklı bir görüş birliğinin olduğu bir dünyada, “yine de” doğan bebeğin hali ne olacak? Yani, sosyal devlet “yine de” ona sakatlık maaşı bağlayacak mı örneğin? Sağlık hizmetinden gerektiği gibi yararlanacak mı? İş bulacak mı? Okula gidebilecek mi bu bebek? Yoksa devlet, toplum, konu komşu, akraba, aile, şu bu bir olup kadına ve sakat kişiye şöyle mi bakacaklar: “Bak, tüm ‘bilgilendirmelere’ rağmen doğuracam diye tutturursan olacağı budur. Layığını da bulursun”? Abartıyormuşum gibi gelmesin kulağınıza, abartmıyorum… Kürtajı seçme hakkı kadar, sakat embriyo söz konusu olduğunda, kürtajı seçmeme hakkı da olmalı diyor Sakatlık Çalışmaları. İkisinin aynı anda tanınması için düşünmeli, taşınmalı, aslında mümkün; ama istemek, niyet koymak gerek…
d- Neden bu kadar zor sakat bebeğin doğumunu mümkün kılmak? Yani burada bile, sakat bebeği doğurmamak için öne sürülen nedenleri iki satırda anlatıverdim de, “sakat bebek de doğabilir kardeşim” argümanını açıkla açıkla bitmiyor. Sanki ne kadar açıklasam da, yine yeterince açık olamıyor Sakatlık Çalışmaları perspektifinden yazan bir kısım araştırmacıya göre, birçok nedeni var bunun. Ancak temel nedenlerinden birisi bu işin ekonomisi. Geldi yine çattı başımıza para meselesi. Yani “sakat bebekler dünyaya gelmesin”i desteklemek bazı cepleri dolduruyor. Bunu iki açıdan düşünebiliriz belki: İlk olarak, sosyal devlet harcamaları… Birinci bakışı açıklarken öne çıktığı üzere, “üretken olma”, “topluma katkıda bulunma –bu katkı nedense hep maddiyat ile ölçülüyor” vs algıları o kadar baskın ki, yaşlılar, sakatlar, hastalar vs için yapılan sosyal devlet harcamaları birçok kişiyi rahatsız ediyor. Sakat kişinin “yük” olmasından dem vuranlar işte bu kişiler ve iktidar grupları. Hatta sakat kişiler dahi birçok zaman içselleştirmiyor mu bu durumu? Yani “yük” olarak hissetmiyorlar mı kendilerini? Oysa bu bir hak… İnsan hakkı, vatandaş hakkı, şu hakkı, bu hakkı, ama hak… İkinci olarak “mükemmel”, “hatasız” bebekler -hatta erişkinler- yaratma çabası kendi içerisinde bir sektör. Bu sektörün başını çeken güçlerden biri de gen teknolojileri araştırmaları. Gattaca filmini izleyen var mı bilemiyorum. Ancak film gen teknolojilerinin ileri aşamalarda insanlık adına yaratabileceği sıkıntıları güzel ortaya koyuyor bence. Genetik araştırmaların tümünü eleştirmek değil elbette niyetim. Bu çok saçma olurdu. Ancak genetik araştırmalar kolaylıkla “mükemmel” bebekler üretmek fikrine evirilebilir gibi görünüyor. Gen teknolojilerinin sakat olan embriyoyu dünya üzerinden kaldırmak üzere kullanılması çok uzak bir ihtimal mi emin değilim. Ancak araştırmaların ortaya koyduğu bir nokta var ki, genetik araştırmaları, bunlara yapılan yatırımlar, aynı zamanda büyük bir sektörün dönmesini sağlıyor. ABD’de bu alandaki devlet sübvansiyonları o kadar yüksek ki, tıp alanında çalışanlar bu fonları kapmak için adeta yarışıyorlar. Yani işin içinde para var…
Peki ne yapacağız?
Çok uzun oldu bu yazı; şimdi kesmek istiyorum. Kısaca şuna da değinmeliyim bitirmeden. Peki ne yapacağız? Dediğim gibi, kadının kürtaj seçeneği hiçbir koşulda elinden alınmamalı. Bunu yazmama bile gerek olmamalı. Buradaki tartışma o nedenle Türkiye’de şu anda gündemde olan tartışmalardan farklı bir yere oturuyor. Ancak, kadın doğru bilgilendirilmeli. Bu bilgilendirme esnasında muhakkak ama muhakkak sakat kişilerden destek alınmalı. Sakat bir bebek mi gelecek dünyaya, anne sakat kişilerle görüşebilmeli, onlardan bilgi edinebilmeli. Sadece doktorların çemberinde verilmemeli kararlar. Bununla beraber, kürtaj hakkı devam etse dahi, devlet politikaları, sakat kişileri her alanda kapsayıcı şekilde genişletilmeli. Yani sosyal devlet kapsayıcı olmalı; sağlık sistemi, eğitim olanakları vs kapsayıcı olmalı. Bu nedenle illa kürtaja tamamen karşı ya da tamamen taraftar olmak gerekmiyor bence sakatlık söz konusu olduğunda. Mesele çok daha incelikli tartışılmalı gibi geliyor bana: Ne dersiniz?