Son yıllarda ülkemizde engellilerin haklarının kazanımı ve ekonomik-sosyal hayata katılımlarının sağlanması için birçok yasa çıkarılıyor. Bu yasalar önemli yenilikler getiriyor ama ne yazık ki uygulamada bu yasaların hayata geçtiğini söylemek hala mümkün değil! Engellileri eğitim ve istihdam oranlarının düşüklüğü, ekonomik koşullarının zorluğu bu durumun en tipik göstergeleri.
O halde soru şu:
Neden bir türlü eşitlenemiyoruz yaşamın çoğu alanında? Neden yasalar bir türlü kafi derecede hayata geçmiyor?
Bu noktada belki soruya bir başka soruyla cevap vermek en uygun yol olacaktır. Bu eşitlenmeme halini sadece ülkenin ekonomik koşullarıyla açıklamak mümkün müdür? Kabul etmek gerekiyor;, sorunlar sadece yasalardan kaynaklanmıyor. Zira, sorunun belki en önemli parçası toplumun engellileri nasıl algıladığıyla ilgili.
Yani sokakta yürürken yanımızdan geçen sıradan birini nasıl algılıyorsak, nasıl ona karşı (acıma, iğrenme, aşağı görme vb) özel bir duygu beslemiyorsak, engellileri de öyle algılamamakla ilgili. Engelliyi acıyarak, aşağı görerek hatta belki uç örneklerinde, engelliden rahatsız olarak, ondan nefret ederek bakmakla ilgili. Engelli bireyler, hamasi söylemlerin aksine çoğu kişinin bilinçaltında hak sahibi vatandaşlar olarak görülmüyor.
Bu tespite toplumun çoğunluğu karşı çıkacak, engelliye yönelik ayrımcılık, ötekileştirme ve dışlama yapılmadığını iddia edecektir. Ancak buna karşın, aynı kişiler, engelliye yönelik duyarlılığını anlatan cümleler kurduğunda, ilk olarak “çünkü hepimiz engelli adayıyız… hepimiz bir gün engelli olabilir” demektedirler. Bu sözlere yapacağımız bir tersten okuma, aslında burada kastın, (onlara göre) engelliliğinin bir “kötü bir hal” ya da en azından bir “düşkünlük hali” olduğunu gösterir. Evet, engellilik aslında toplum belleğinde bir “ibret” halidir! Böyle olduğu içindir ki, yine o kişilerin bilinçaltlarında “engellilerin sorunlarına duyarlı olalım zira Allah korusun, bir gün hepimiz engelli olabiliriz” şeklinde bir yaklaşım, yer etmiştir.
Nitekim yapılan algı araştırmaları da tam da bunu destekler sonuçlar vermektedir. Koordinatörlüğünü yürüttüğüm Engelli Ayrımcılığını Önleme ve Mücadele Platformu’nun yapmış olduğu bir anketin sonuçları bu durumun çarpıcı sonuçlarını ortaya koymaktadır.
Engelli Konumlandırma ve algı Araştırması’na göre, Türkiye’de engelli olmayanların, neredeyse yarısının, engellilere yönelik ilk algısı «yetersiz insan», «yardıma muhtaç» insan şeklindedir (% 46,7). Bu rakama kadersiz ve acınacak insan olarak değerlendiren % 7,8 kişilik kitle de eklenince, tablonun ne derece düşündürücü olduğu daha iyi anlaşılmaktadır.
Ciddi bir arıza içeren bu bakış açısı ilk başta (temelinde niyetin iyi olduğu faraziyesiyle) anlaşılabilir görünse de aslında bu bile toplumun engelliye bakış açısını tam olarak yansıtmıyor. Zira toplum, ilk bakışta engelliyi çokça acınacak insan olarak değerlendiriyor gibi görünse de ama iş engelli ile bireysel temas kurma aşamasına geldiğinde bu acıma hali birden bire dışlama ve hayatından çıkarma eğilimine dönüşüyor.
Nitekim, örneğin ankete katılanların % 48,6’sı çocuklarının engelli bir öğretmenin olması halinde, bir şekilde bu durumdan tedirgin olacaklarını, hatta karşı çıkacaklarını (% 2,9) ifade etmektedir. Ankete katılan engellilerin sadece % 17,3’ü eğitim yaşamında herhangi bir olumsuz davranışa maruz kalmadığını beyan etmiştir. Maruz kalınan davranışlar arasında idarecilerin okula kayıt yapmayı istememesi (% 13,8), okuldaki diğer çocukların alay etmesi (% 9,8), öğretmenin engelli çocuğu sınıfa kabul etmemesi gibi düşündürücü olaylar başı çekmektedir.
Benzer bir olumsuz tablo iş yaşamı için de geçerlidir. Ankete katılan engelliler, işyerlerinde eğitimlerine ve mesleklerine uygun bir iş verilmediği (% 13,19), meslekte yükselme imkanı verilmediği (% 6,8), işyerindeki çalışan ya da amirleri tarafından ona sakatlığıyla hitap edildiği (%7.3), benzer pozisyonda çalışan kişilere göre daha düşük ücret verildiği (% 6,3), iş sırasında engelliği üzerinden tacize uğrayarak işten ayrılmaya zorlandığı (% 5,2) gibi oldukça huzursuz edici olaylar bildirmektedirler.
Şüphesiz sosyal yaşamdaki veriler, iş ve eğitim hayatından daha vahim sonuçlar ortaya koymaktadır. Zira iş ve eğitim hayatı, az da olsa kanunla koruma altına alınmıştır ve bu nispeten etkin sayılacak koruma duvarları kalktığı zaman, engelli daha pervasızca dışlanabilmektedir.
Anket yapılan engellilerin % 52,8’i yaşamın çeşitli alanlarında alay ve kötü muameleye maruz kaldığını ifade etmiştir. Bu davranışlar arasında engelli olduğu için restoran, sinema, kafe vb. yerlere alınmamak (% 17,1), kiralık ev ya da işyeri aradığı sırada engelli olduğu için talebinin reddedilmesi (% 8,1), engelli hale geldikten sonra eşi tarafından terk edilmek, eşi veya yakını tarafından engelliliği yüzünden kötü muameleye maruz kalmak (% 6,5) bu olumsuz ve ayrımcı davranışların en başında gelenleridir.
Ankete katılanların % 40,7’si dışındaki kesim engelliyle evlenmeye olumsuz bakmaktadır. Aslında bu oranın çok daha fazla olduğunu düşünmek hiç de yanlış olmayacaktır zira aslında verilen cevaplarda bir (ayıplanma ya da bu şekilde cevap verilmemesi gerektiği kaygısıyla) otokontrol olduğunu düşünmemek için hiçbir sebep yoktur. Böyle olmasaydı TV’lerde ve gazetelerde “aşk engel tanımadı” şeklinde haberleri görüyor olmazdık. Böyle olmasaydı engelli bir bireyle engelsiz bir bireyin evlenmesine mucizevi bir olay gibi bakmazdık!
Bütün bu tablodan ortaya çıkan sonuç şu: Evet, yasal düzenlemeler çıkarmak önemli ama ülke olarak engelli sorunlarının çözümü yönündeki çalışmalarda en önemli alanı ıskalıyoruz! Bu ıskaladığımız yol, toplumun bilinçlendirilmesi ve engellinin diğerleriyle eşit insan olduğu bilincinin yerleştirilmesi çabasıdır. Ancak, biz bu işi de doğru yöntemlerle (okullarda, kamusal platformlarda) çözmek yerine, (engelliyi el açan insan durumuna dönüştüren) yardım kampanyalarıyla yanlışa dönüştürmekteyiz.
O halde soru şu:
Neden bir türlü eşitlenemiyoruz yaşamın çoğu alanında? Neden yasalar bir türlü kafi derecede hayata geçmiyor?
Bu noktada belki soruya bir başka soruyla cevap vermek en uygun yol olacaktır. Bu eşitlenmeme halini sadece ülkenin ekonomik koşullarıyla açıklamak mümkün müdür? Kabul etmek gerekiyor;, sorunlar sadece yasalardan kaynaklanmıyor. Zira, sorunun belki en önemli parçası toplumun engellileri nasıl algıladığıyla ilgili.
Yani sokakta yürürken yanımızdan geçen sıradan birini nasıl algılıyorsak, nasıl ona karşı (acıma, iğrenme, aşağı görme vb) özel bir duygu beslemiyorsak, engellileri de öyle algılamamakla ilgili. Engelliyi acıyarak, aşağı görerek hatta belki uç örneklerinde, engelliden rahatsız olarak, ondan nefret ederek bakmakla ilgili. Engelli bireyler, hamasi söylemlerin aksine çoğu kişinin bilinçaltında hak sahibi vatandaşlar olarak görülmüyor.
Bu tespite toplumun çoğunluğu karşı çıkacak, engelliye yönelik ayrımcılık, ötekileştirme ve dışlama yapılmadığını iddia edecektir. Ancak buna karşın, aynı kişiler, engelliye yönelik duyarlılığını anlatan cümleler kurduğunda, ilk olarak “çünkü hepimiz engelli adayıyız… hepimiz bir gün engelli olabilir” demektedirler. Bu sözlere yapacağımız bir tersten okuma, aslında burada kastın, (onlara göre) engelliliğinin bir “kötü bir hal” ya da en azından bir “düşkünlük hali” olduğunu gösterir. Evet, engellilik aslında toplum belleğinde bir “ibret” halidir! Böyle olduğu içindir ki, yine o kişilerin bilinçaltlarında “engellilerin sorunlarına duyarlı olalım zira Allah korusun, bir gün hepimiz engelli olabiliriz” şeklinde bir yaklaşım, yer etmiştir.
Nitekim yapılan algı araştırmaları da tam da bunu destekler sonuçlar vermektedir. Koordinatörlüğünü yürüttüğüm Engelli Ayrımcılığını Önleme ve Mücadele Platformu’nun yapmış olduğu bir anketin sonuçları bu durumun çarpıcı sonuçlarını ortaya koymaktadır.
Engelli Konumlandırma ve algı Araştırması’na göre, Türkiye’de engelli olmayanların, neredeyse yarısının, engellilere yönelik ilk algısı «yetersiz insan», «yardıma muhtaç» insan şeklindedir (% 46,7). Bu rakama kadersiz ve acınacak insan olarak değerlendiren % 7,8 kişilik kitle de eklenince, tablonun ne derece düşündürücü olduğu daha iyi anlaşılmaktadır.
Ciddi bir arıza içeren bu bakış açısı ilk başta (temelinde niyetin iyi olduğu faraziyesiyle) anlaşılabilir görünse de aslında bu bile toplumun engelliye bakış açısını tam olarak yansıtmıyor. Zira toplum, ilk bakışta engelliyi çokça acınacak insan olarak değerlendiriyor gibi görünse de ama iş engelli ile bireysel temas kurma aşamasına geldiğinde bu acıma hali birden bire dışlama ve hayatından çıkarma eğilimine dönüşüyor.
Nitekim, örneğin ankete katılanların % 48,6’sı çocuklarının engelli bir öğretmenin olması halinde, bir şekilde bu durumdan tedirgin olacaklarını, hatta karşı çıkacaklarını (% 2,9) ifade etmektedir. Ankete katılan engellilerin sadece % 17,3’ü eğitim yaşamında herhangi bir olumsuz davranışa maruz kalmadığını beyan etmiştir. Maruz kalınan davranışlar arasında idarecilerin okula kayıt yapmayı istememesi (% 13,8), okuldaki diğer çocukların alay etmesi (% 9,8), öğretmenin engelli çocuğu sınıfa kabul etmemesi gibi düşündürücü olaylar başı çekmektedir.
Benzer bir olumsuz tablo iş yaşamı için de geçerlidir. Ankete katılan engelliler, işyerlerinde eğitimlerine ve mesleklerine uygun bir iş verilmediği (% 13,19), meslekte yükselme imkanı verilmediği (% 6,8), işyerindeki çalışan ya da amirleri tarafından ona sakatlığıyla hitap edildiği (%7.3), benzer pozisyonda çalışan kişilere göre daha düşük ücret verildiği (% 6,3), iş sırasında engelliği üzerinden tacize uğrayarak işten ayrılmaya zorlandığı (% 5,2) gibi oldukça huzursuz edici olaylar bildirmektedirler.
Şüphesiz sosyal yaşamdaki veriler, iş ve eğitim hayatından daha vahim sonuçlar ortaya koymaktadır. Zira iş ve eğitim hayatı, az da olsa kanunla koruma altına alınmıştır ve bu nispeten etkin sayılacak koruma duvarları kalktığı zaman, engelli daha pervasızca dışlanabilmektedir.
Anket yapılan engellilerin % 52,8’i yaşamın çeşitli alanlarında alay ve kötü muameleye maruz kaldığını ifade etmiştir. Bu davranışlar arasında engelli olduğu için restoran, sinema, kafe vb. yerlere alınmamak (% 17,1), kiralık ev ya da işyeri aradığı sırada engelli olduğu için talebinin reddedilmesi (% 8,1), engelli hale geldikten sonra eşi tarafından terk edilmek, eşi veya yakını tarafından engelliliği yüzünden kötü muameleye maruz kalmak (% 6,5) bu olumsuz ve ayrımcı davranışların en başında gelenleridir.
Ankete katılanların % 40,7’si dışındaki kesim engelliyle evlenmeye olumsuz bakmaktadır. Aslında bu oranın çok daha fazla olduğunu düşünmek hiç de yanlış olmayacaktır zira aslında verilen cevaplarda bir (ayıplanma ya da bu şekilde cevap verilmemesi gerektiği kaygısıyla) otokontrol olduğunu düşünmemek için hiçbir sebep yoktur. Böyle olmasaydı TV’lerde ve gazetelerde “aşk engel tanımadı” şeklinde haberleri görüyor olmazdık. Böyle olmasaydı engelli bir bireyle engelsiz bir bireyin evlenmesine mucizevi bir olay gibi bakmazdık!
Bütün bu tablodan ortaya çıkan sonuç şu: Evet, yasal düzenlemeler çıkarmak önemli ama ülke olarak engelli sorunlarının çözümü yönündeki çalışmalarda en önemli alanı ıskalıyoruz! Bu ıskaladığımız yol, toplumun bilinçlendirilmesi ve engellinin diğerleriyle eşit insan olduğu bilincinin yerleştirilmesi çabasıdır. Ancak, biz bu işi de doğru yöntemlerle (okullarda, kamusal platformlarda) çözmek yerine, (engelliyi el açan insan durumuna dönüştüren) yardım kampanyalarıyla yanlışa dönüştürmekteyiz.