İlk önce kısa bir bilgilendirme: Türkiye, 2020 Yaz Olimpiyatlarına ev sahipliği yapmak için yoğun bir çaba içerisinde. Uluslararası Olimpiyat Komitesi, 7 yıl sonraki oyunlara hangi şehrin ev sahipliği yapacağı hakkındaki kararını Eylül ayında verecek, yani sadece 3 ay sonra. İstanbul, Tokyo ve Madrid ile yarışıyor.
Bu yazıyı yazmakta iki temel amacım var: Birincisi, Olimpik spor kültürünün ve ona eşlik eden Paralimpik (sakat olimpiyatları) kültürün sakatlık adına ne gibi anlamlar taşıdığını tartışmak. İkinci amacım, Olimpiyat oyunlarının Türkiye’de, İstanbul’da düzenlenmesi hakkında bir tartışma başlatmak.
Sakatların toplumdaki konumunu iyileştirme amacı güden sakatlık çalışmaları, sakatları engelleyen, sadece sakatken engelli hale getiren düzeni analiz etmekle başlar. En önemli vurgu, istihdamdır: Tarih değiştikçe, sanayileşme ve kentleşme dönemlerinde, güçlü kuvvetli sağlam işçi modeli, ideal emekçi olarak belirlenmiş, bu modelin dışına düşen herkes ekonomik açıdan zora düşmüştür. Mesela buna sağlamcı bir emek piyasası diyebiliriz. Sakatları engelli yapan, yani engelleyen şey, sağlamcı ekonomi görüşüdür.
Sakatlık çalışmaları aynı eleştiriyi zaman içinde birçok alana taşımıştır. Memleket tarihinden tanıdık bir örnek verelim: Eğitimin amacı “sağlam kafa sağlam vücutta bulunur” şiarı olduğu zaman, eğitimde bedensel ve zihinsel olarak sağlam kişilere öncelik verilmiş, geriye kalanlara ikinci sınıf muamele yapılmış olur.
Bugün sağlamcı kültürün en önemli öğelerinden biri, milyar dolarlık bir sektöre dönüşen ve giderek büyüyen profesyonel spor kültürüdür şüphesiz. Olimpiyatlar da bu kültürün en büyük festivali. 30 gün boyunca, bütün dünya medyası sporculardan, kırdıkları rekorlardan bahseder. Toplum, hatta bütün dünya, mükemmele yakın bedensel performansları izledikçe, aslında bütün toplum/dünya kendini biraz sakat hisseder. Kimse aslında onlar kadar sağlam olamayacaktır ama yine de, olamayacakları hayale aşık olmaları sağlanır. İşte sağlamcılık kültürü dediğimiz şey, bir istihdam veya eğitim düzeni olduğu kadar bu arzularla da ilgilidir: Sağlam olma arzusuyla. En ufak örnekte bile sakatlanmaktan dehşet duyan, eğitilmiş profesyonel bedenlerin sergilediklerine hayranlık duyan bir toplumun sakatlardan dehşet duyması kaçınılmazdır.
Spor kültürü, bu arzuları beslediği için sakatlık çalışmalarının hedefindedir. Toplumsal adalet, eşitlik, dayanışma gibi fikirler, yerini mükemmeliyet hayranlığına ve tabii ki duyulan sert hayal kırıklıklarına bırakır. Sakatlara yer veren, sakatların özgür olduğu bir toplum ise hayranlıklar ve büyük gösteriler toplumu değil, yaralanmaları, kazaları birer hayal kırıklığı olarak görmeyen, kazalar ve yaralanmalar ile toplum halinde mücadele etmeye çağıran, kaynaklarını bu yöndeki ihtiyaçlara harcayan bir toplumdur. Mesela bugün, Gezi Park’ı eylemlerini takiben Brezilya’da gelişen olaylarda, en büyük itirazlardan biri 2016 Olimpiyatlarına ev sahipliği yapacak olan ülkede, eğitim ve sağlık yerine stadyum yapımına para harcanıyor olmasıydı. 2020 Olimpiyatları’nın ülkemizde düzenlenmesi benzer bir süreci başlatacak. Aslında hızlandıracak demek daha doğru çünkü zaten böyle bir süreç tam gaz devam etmekte. Dahası, memleketin şantiyeleşme sürecine yeni ve muhtemelen çok güçlü bir dalga ekleyecek. Demek ki toplumda hangi arzuların baskın olacağını belirlemek kadar, toplumsal kaynakların hangi hedefle kullanılacağını da belirleyen bir kültürdür spor kültürü bugün. Tabi Türkiye’nin aksine Brezilya Devlet Başkanı, eğitim ve sağlık yerine stadyumlara para akıtılmasına izin vermeyeceğini açıkladı.
1960’lardan beri Olimpiyatların yanında, oyunlar bittikten bir hafta sonra aynı kentte başlayan bir de Engelli Olimpiyatları düzenleniyor: Paralimpik Oyunlar. Ölçeği giderek büyüyen bu ‘yan organizasyon’, sakat vatandaşların da sporun bir parçası olduklarını göstermeyi hedefliyor. Sormak gereken şey, Engelli Olimpiyatları’nda sunulan Engelli modellerinin, sakatların gerçek gündelik sorunlarıyla ne kadar örtüşüp örtüşmediğidir. Burada son dönemde sık sık kullanılmaya başlanan bir sözü devreye sokabiliriz: “Sağlam sakatlar”. Mesela sağlam sakat sözünün en büyük örneği, 2012 Londra Olimpiyatları’nda, Engelli kategorisinde değil, sağlam atletlerle yarışan Güney Afrikalı atlet Oscar Pistorius’tu. Çok erken yaşta, çok pahalı bir diz protezi sayesinde koşmaya başlayan atlet, tabii ki çok istisnai bir sakatlık deneyimini yansıtıyordu. (Bakınız Resim)
Sağlam olimpiyatlarının yanında bir de engelli olimpiyatlarının düzenlenmesi, sakatlara “siz de yapabilirsiniz” çağırısı yapıyor, yapabilen ‘sağlam’ sakatları örnek kişilik ilan ediyor. Bunu yaparken sakatlığın kendine has sorunlarını kamuoyuna sunmak yerine, bir eşitlik yanılsaması yaratıyor. Hâlbuki sakatlık çalışmaları ve sakatlık hareketleri, sakatların güçlendirilmesini sadece fiziksel bir güçlendirme olarak görmez ve yanıltıcı eşitlik manzaraları yerine, eşitsizliklere işaret eder. Topluma katılım için gereken toplumsal yapıların yeniden düzenlenmesini talep eder: Sağlık, eğitim, toplu taşıma, istihdam, erişilebilirlik gibi başlıklara vurgu yapar. Ayrıca, toplumsal bir algıyla mücadele eder, toplumun sağlamlık arzusuyla kurulması fikrine karşı çıkar. Bunun tersine Paralimpik Oyunlar, fiziksel olarak güçlenmiş, akıntıya karşı kürek çekip başarmış bir engelli sporcu birey hikâyesini öne çıkarır. Sakatlananlara önerdiği, çok çalışıp bedenlerini atletik hale getirmektir, toplumun sakatlara yer verecek şekilde değişmesi değil.
Tarafsız ve masumane bir amaç, tüm Türkiye’nin zaten isteyeceği, sorgusuz sualsiz kabul edeceği bir hedef olarak sunulan ve bugün medyada çok fazla yer bulan 2020 İstanbul, sakatlar için daha iyi bir dünya yaratacak mıdır? Sanmıyorum. Aynı kaynaklar, aynı aceleyle, erişilebilirliği arttırmak için kullanılamaz mıydı? Yeni ve görkemli stadyumlar yapmak yerine, yeni, donanımlı özel eğitim kurumları oluşturmaya ayrılamaz mıydı? Toplumun her kesimi olarak, benzer soruları kendi sorunlarımıza uyarlayıp tekrar tekrar sormalıyız.
Bu yazıyı yazmakta iki temel amacım var: Birincisi, Olimpik spor kültürünün ve ona eşlik eden Paralimpik (sakat olimpiyatları) kültürün sakatlık adına ne gibi anlamlar taşıdığını tartışmak. İkinci amacım, Olimpiyat oyunlarının Türkiye’de, İstanbul’da düzenlenmesi hakkında bir tartışma başlatmak.
Sakatların toplumdaki konumunu iyileştirme amacı güden sakatlık çalışmaları, sakatları engelleyen, sadece sakatken engelli hale getiren düzeni analiz etmekle başlar. En önemli vurgu, istihdamdır: Tarih değiştikçe, sanayileşme ve kentleşme dönemlerinde, güçlü kuvvetli sağlam işçi modeli, ideal emekçi olarak belirlenmiş, bu modelin dışına düşen herkes ekonomik açıdan zora düşmüştür. Mesela buna sağlamcı bir emek piyasası diyebiliriz. Sakatları engelli yapan, yani engelleyen şey, sağlamcı ekonomi görüşüdür.
Sakatlık çalışmaları aynı eleştiriyi zaman içinde birçok alana taşımıştır. Memleket tarihinden tanıdık bir örnek verelim: Eğitimin amacı “sağlam kafa sağlam vücutta bulunur” şiarı olduğu zaman, eğitimde bedensel ve zihinsel olarak sağlam kişilere öncelik verilmiş, geriye kalanlara ikinci sınıf muamele yapılmış olur.
Bugün sağlamcı kültürün en önemli öğelerinden biri, milyar dolarlık bir sektöre dönüşen ve giderek büyüyen profesyonel spor kültürüdür şüphesiz. Olimpiyatlar da bu kültürün en büyük festivali. 30 gün boyunca, bütün dünya medyası sporculardan, kırdıkları rekorlardan bahseder. Toplum, hatta bütün dünya, mükemmele yakın bedensel performansları izledikçe, aslında bütün toplum/dünya kendini biraz sakat hisseder. Kimse aslında onlar kadar sağlam olamayacaktır ama yine de, olamayacakları hayale aşık olmaları sağlanır. İşte sağlamcılık kültürü dediğimiz şey, bir istihdam veya eğitim düzeni olduğu kadar bu arzularla da ilgilidir: Sağlam olma arzusuyla. En ufak örnekte bile sakatlanmaktan dehşet duyan, eğitilmiş profesyonel bedenlerin sergilediklerine hayranlık duyan bir toplumun sakatlardan dehşet duyması kaçınılmazdır.
Spor kültürü, bu arzuları beslediği için sakatlık çalışmalarının hedefindedir. Toplumsal adalet, eşitlik, dayanışma gibi fikirler, yerini mükemmeliyet hayranlığına ve tabii ki duyulan sert hayal kırıklıklarına bırakır. Sakatlara yer veren, sakatların özgür olduğu bir toplum ise hayranlıklar ve büyük gösteriler toplumu değil, yaralanmaları, kazaları birer hayal kırıklığı olarak görmeyen, kazalar ve yaralanmalar ile toplum halinde mücadele etmeye çağıran, kaynaklarını bu yöndeki ihtiyaçlara harcayan bir toplumdur. Mesela bugün, Gezi Park’ı eylemlerini takiben Brezilya’da gelişen olaylarda, en büyük itirazlardan biri 2016 Olimpiyatlarına ev sahipliği yapacak olan ülkede, eğitim ve sağlık yerine stadyum yapımına para harcanıyor olmasıydı. 2020 Olimpiyatları’nın ülkemizde düzenlenmesi benzer bir süreci başlatacak. Aslında hızlandıracak demek daha doğru çünkü zaten böyle bir süreç tam gaz devam etmekte. Dahası, memleketin şantiyeleşme sürecine yeni ve muhtemelen çok güçlü bir dalga ekleyecek. Demek ki toplumda hangi arzuların baskın olacağını belirlemek kadar, toplumsal kaynakların hangi hedefle kullanılacağını da belirleyen bir kültürdür spor kültürü bugün. Tabi Türkiye’nin aksine Brezilya Devlet Başkanı, eğitim ve sağlık yerine stadyumlara para akıtılmasına izin vermeyeceğini açıkladı.
1960’lardan beri Olimpiyatların yanında, oyunlar bittikten bir hafta sonra aynı kentte başlayan bir de Engelli Olimpiyatları düzenleniyor: Paralimpik Oyunlar. Ölçeği giderek büyüyen bu ‘yan organizasyon’, sakat vatandaşların da sporun bir parçası olduklarını göstermeyi hedefliyor. Sormak gereken şey, Engelli Olimpiyatları’nda sunulan Engelli modellerinin, sakatların gerçek gündelik sorunlarıyla ne kadar örtüşüp örtüşmediğidir. Burada son dönemde sık sık kullanılmaya başlanan bir sözü devreye sokabiliriz: “Sağlam sakatlar”. Mesela sağlam sakat sözünün en büyük örneği, 2012 Londra Olimpiyatları’nda, Engelli kategorisinde değil, sağlam atletlerle yarışan Güney Afrikalı atlet Oscar Pistorius’tu. Çok erken yaşta, çok pahalı bir diz protezi sayesinde koşmaya başlayan atlet, tabii ki çok istisnai bir sakatlık deneyimini yansıtıyordu. (Bakınız Resim)
Sağlam olimpiyatlarının yanında bir de engelli olimpiyatlarının düzenlenmesi, sakatlara “siz de yapabilirsiniz” çağırısı yapıyor, yapabilen ‘sağlam’ sakatları örnek kişilik ilan ediyor. Bunu yaparken sakatlığın kendine has sorunlarını kamuoyuna sunmak yerine, bir eşitlik yanılsaması yaratıyor. Hâlbuki sakatlık çalışmaları ve sakatlık hareketleri, sakatların güçlendirilmesini sadece fiziksel bir güçlendirme olarak görmez ve yanıltıcı eşitlik manzaraları yerine, eşitsizliklere işaret eder. Topluma katılım için gereken toplumsal yapıların yeniden düzenlenmesini talep eder: Sağlık, eğitim, toplu taşıma, istihdam, erişilebilirlik gibi başlıklara vurgu yapar. Ayrıca, toplumsal bir algıyla mücadele eder, toplumun sağlamlık arzusuyla kurulması fikrine karşı çıkar. Bunun tersine Paralimpik Oyunlar, fiziksel olarak güçlenmiş, akıntıya karşı kürek çekip başarmış bir engelli sporcu birey hikâyesini öne çıkarır. Sakatlananlara önerdiği, çok çalışıp bedenlerini atletik hale getirmektir, toplumun sakatlara yer verecek şekilde değişmesi değil.
Tarafsız ve masumane bir amaç, tüm Türkiye’nin zaten isteyeceği, sorgusuz sualsiz kabul edeceği bir hedef olarak sunulan ve bugün medyada çok fazla yer bulan 2020 İstanbul, sakatlar için daha iyi bir dünya yaratacak mıdır? Sanmıyorum. Aynı kaynaklar, aynı aceleyle, erişilebilirliği arttırmak için kullanılamaz mıydı? Yeni ve görkemli stadyumlar yapmak yerine, yeni, donanımlı özel eğitim kurumları oluşturmaya ayrılamaz mıydı? Toplumun her kesimi olarak, benzer soruları kendi sorunlarımıza uyarlayıp tekrar tekrar sormalıyız.