Ya arkadaşlar biri beni bir güzel azarlamalı!!!!
Kendime kızma günümdeyim.Büyük emeklerle oluşturduğum kütüphanemden en değerli kitaplar verdiğim kişiler tarafından bir daha dönmemek üzere gitti.
Aynı şey CD.lerim içinde geçerli. Güvenerek insanlar yararlansın diye sevdiklerinle bazı şeyleri paylaşıyorsun, ama olan bazen böyle durumlarda insanın kendisine oluyor.
Babamın güzel bir sözünü hatırladım şimdi:
Adamın birinin çok güzel bir kütüphanesi varmış ve sormuşlar; Böylesine zengin bir kütüphaneye nasıl sahip oldun diye?
O da yanıt vermiş;
Ödünç aldıklarımı geri vermeyerek.
Nerden mi geldim buraya. Yazdığım konularda kaynak vermeden bir şeyler yazmak hiç bana göre olmadığından kaynak gösterebilmek için kütüphanemin başına gittiğimde bazı kitapların yok olduğunu gördüğüm için. Yine de kaynaklara eriştim.
1925 yılında başlayan müziğimize bir yön verme durumunda ki gelişmeler yazdığımız gibi karışık ve yasaklarla dolu bir şekil almıştır.Yaren Darül elhan da Türk müziğinin yasaklanmasından söz etmiş.
Doğru. Darül elhan bir çeşit konservatuar olmasına rağmen orada Türk müziğinin yasaklanması hiç te normal gibi gelmiyor insana.
Atatürk döneminde Türk Müziği konusunda yetişmiş bilginlerimizyoktu. Mevcutlar kendi kendilerini yetiştirmişti. Darülelhan'ın eğitimi ye*tersizdi. Sanatçılar genellikle usta-çırak usulüyle yetişiyordu. Bilgisine güvenilir bir müzik bilginimiz olmaması sebebiyle Atatürk Ziya Gökalp'a inanmak durumunda kalmıştı. Riyaset-i Cumhur Fasıl Heyetinde 1925*-1930 yıllan arasında neyzenlik yapmış ve Ata'nın huzurunda defalarca çalmış bulunan Burhanettin Ökte hatıralannda bu durumu şöyle dile ge*tiriyor :
-''Musikimizin tarihini araştırdı, doğru dürüst cevap alamadı. Naza*riyatını sordu, iki cümleyi yan yana getiremedik. Eserleri tahlil ettirmek istedi, sathından daha derinlere inemedik.
O dönemin nesnel koşullarının bilinmesi açısından önemli bir paragraf bu.
Şimdi de size şu meşhur Atatrük ün konseri terk ettiği olayın daha açık bir dille açıklamasını belgelerle göstereyim.
8 Ağustos 1928 gecesi Sarayburnu konserinden sonra Atatürk'ün et*kisi büyük olan meşhur nutkunun sebebini de Burhanettin Ökte hatırala*rında İtalyan müziği ve Mısır'ın meşhur şarkıcılarından Müniret'ül Meh*diye Hanım'ın konserinden sonra çok zayıf bir Türk saz heyetinin sahne*ye çıkarak acemice ''sultani yegah" faslnı icrasına bağlıyor. Atatürk, si*nirli bir şekilde konseri terk etmiş, ertesi gün gazetelerde şu nutku ya*yımlanmıştır :
"- Bu gece burada güzel bir tesadüf eseri olarak şarkın en mümtaz iki musiki heyetini dinledim. Bilhassa sahneyi birinci olarak tezyin eden Müniretü'l Mehdiye Hanım sanatkarlığında muvaffak oldu. Fakat benim Türk hissiyatım üzerinde artık bu musiki, bu basit musi*ki Türk'ün çok münkeşif ruh ve hissini tatmine kafi gelmez. Şimdi karşıda medeni dünyanın musikisi de işitildi. Bu ana kadar Şark Musikisi denilen terennümler karşısında cansız gibi görünen halk, derhal harekete ve faali*yete geçti. Hepsi oynuyor ve şen, şatırdırlar. Tabiatın icabatını yapıyorlar. Bu pek tabiidir. Hakikaten Türk, fıtraten şen; şatırdır. Eğer onun bu güzel huyu bir zaman için fark olunmamışsa, kendinin kusuru değildir. Kusurlu hareketlerin acı, felaketli neticeleri Vardır. Bunun fariki olmamak kaba*hatti"
Bu çok uzun bir konuşma arkadaşlar. Ama isteyen araştırıp bulabilir. Atatürk ün hangi amaçlar nasıl yola çıktığını çok rahatlıkla görebilirsiniz.
Atatürk'ün Batı Müziğine önem vermesi günümüzde Batı Müziği taraftarlarınca yanlış değerlendirilmekte; Ata'nın yalnızca Batı Müziğini is*tediği, Türk Müziğini yasakladığı şeklinde yorumlar yapılmaktadır. Oysa Atatürk Türk Müziğine de gereken önemi vermiştir .Memlekette Batı Müziğini yerleştirinceye kadar Türk Müziğine bazı sınırlamalar koyması normaldi. Ata'nın çağdaş uygarlık seviyesine ulaşılırken izlediği yol, Ba*tı'mn aynen taklidi değil, Batı'nın bilim ve tekniğinin milli öze uygulan*masıdır. Çankaya köşkünün incesaz takımının başkam Hafız Yaşar Okur'a "Biz garbınkini hürmetle dinlediğimiz gibi, bizim musikimiz de bütün dünyada hürmetle dinlenecek bir halde olmalıdır." derken kastettiği bu düşünceydi. Mesut Cemil de aynı konuda Atatürk'ün şu sözlerini naklediyor :
-"Biz çok defa bu musikinin tam haysiyetini bulamıyoruz. İşte dinle*diğimiz hakiki Türk Musikisidir ve şüphesiz yüksek bir medeniyetin musi*kisidir. Bu musikiyi bütün dünyanın anlaması lazımdır. Fakat onu bütün dünyaya anlatabilmek için milletçe, bugünkü medeni dünyanın seviyesine yükselmemiz lazımdır. "
Evet bu şekilde başlayan Türk müziğini geliştirme çabaları, yaren in de dediği gibi besteci yetiştirmek adına yurt dışına giden bestecilerimizin ülkemize geldikleri yaptıkları çalışmalar sond erece iyi niyetli çalışmalar olmamkla beraber halk tarafından kolaylıkla kabullenilecek şeyler değildi. Bu konu da bir kültür birikimi yoktu herşeyden önce.
Yinede de düşüncenin son derece önemli olduğunu, ve yapılanların çok büyük olduğunu söyleyebilirim. Müzik okullarının açılması, yurdun dört bir yanına bu okullardan yetişmiş müzik öğretmenlerinin dağıtılarak görev verilmesi,Türk Halk müziğine ait eserleri derleme çalışmaları vs. vs. ogünün koşullarında hiç bir şeyi olamayan genç Türkiye için büyük adımlardı.
1 Kasım 1935 tarihli TBMM'ni açış konuşmasında da aynı konuya temas etmiştir :
Atatürk 1 Kasım 1934 konuşmasında halk müziği derlemeleri yapıla*rak, derlenecek ezgilerin genel musiki kuralları içersinde işlenmesini, böylece Türk Müziğinin evrensel müzik seviyesine yükselebileceğini be*lirtmişti. Müzik yazan Faruk Yener Atatürk'ün müzik konusundaki çalış*malarının amacını şu cümlelerle açıklayarak görüşlerimizi destekliyor:"Atatürk, Türk Musikisinin kaynaklarından yararlanılarak dünyaya ifti*harla sunabileceğimiz bir gene dünyanın anlayabileceği müzik getirilmesini istemişti... Biz musikimizi dışarıya tanıtacak, sevdireceğiz. Operalarımızı konser salonlarına, opera salonlarına sokacağız ve bundan bütün ge*niş boyutlarıyla zevk alan bir kitle yaratacağız. Fakat bu demek değildi ki, Atatürk için ne Halk Musikimiz ve folklorumuz ortadan kalksın, ne de bize geçmişten, atalarımızdan gelen bir musiki türü silinsin, yok edilsin ve yabancılaşmış bir kültürün, yozlaşmış bir kültürün etkisi burada egemen olsun."
İşte şimdi gelelim radyolardan yasaklanan Türk müziğine;
Ata'nın 1934 konuşması üzerine Türk Müziğiyle ilgili geliştirici çalış*malara başlanacağı yerde zamanın İçişleri Bakanı Şükrü Kaya ve Basın Yayın Genel Müdürü Vedat Nedim Tör Türk Müziği yayınlarını radyo*dan kaldırmışlardır. Bu yasaklama sekiz ay sürmüş, Atatürk'ün emriyle sona ermiştir. Aynı şekilde Atatürk'ün çevresindekilerin O'nun görüşlerini yanlış değerlendirmeleriyle 8/9 Ağustos Sarayburnu nutkundan sonra da İstanbul'da aydınlar Türk Müziğini inkar yolunda birbirleriyle yarışmışlar, Türk Müziği yayınlarını yasaklamışlardır. Vasfi Rıza Zabu hatıralarında bu durumu acı acı dile getirmekte Atatürk'ün şu sözlerini naklet*mektedir
-"Ne yazık ki benim sözlerimi yanlış anladılar. Şu okunan ne güzel bir eser. Ben zevkle dinledim. Sizler de öyle. Ama bir Avrupalıya bu eseri böyle okuyup da bir zevk vermeye imkan var mı? Ben demek istedim ki, bizim seve seve dinlediğimiz Türk bestelerini onlara da dinletmek çaresi bulunsun. Onların tekniği, onların ilmiyle onların sazları, onların orkes*traları ile çaresi her ne ise. Mesela Ruslar ne yapmışlarsa. Biz de Türk Musikisini milletlerarası bir sanat haline getirelim. Türk'ün nağmelerini kaldırıp atalım da sadece Batı milletlerinin hazırdan musikisini alıp kendi*m ize maledelim. Yalnız onları dinleyelim demedim. Yanlış anladılar sözlerimi, ortalığı öyle bir velveleye verdiler ki, ben de bir daha lafını edemez oldum."
Eee bugünlük yetsin derim ben.