GELECEĞİN İSLAMI ([1])
Şu sıralarda dünyanın geleceği yeniden tasarımlanıyor. Bu tasarımın, Ortadoğu'ya düşen payının adı BOP; yani Büyük Ortadoğu Projesi!
-Ne anlama geliyor Büyük Ortadoğu Projesi?
- Bu coğrafyanın mümkün olduğunca mikro alanlara bölünüp Kafkaslar ve Balkanlar gibi her halkın diğeriyle didiştiği bir bölge haline getirmek!
Ortadoğu'nun tüm eski halkları, kültürleri yeniden diriltiliyor. Yezidilerden Marunilere, Süryanilerden Nusayrilere, İsmaililere, Zeyilere, Karmatilere varıncaya kadar nerede Sünni gelenek karşıtı heterojen topluluklar varsa hepsi yeniden diriltiliyor. Ölü halklar ve diller de dâhil!
Tabii ki Türk hükümeti de bunun farkında. Yapılmak istenenleri bozmak veya oyunlarını boşa çıkarmak yahut en azından bölgeye verilecek tahribatı azaltmak için, yeni adımlar atıyor. En azından ben girişimleri öyle anlamak istiyorum. Çünkü, Irak gibi nerede ise ilişkilerin koparıldığı bir hükümetle ilişkileri düzeltmek ve keza, tüm kırmızı çizgilerimizi ayak altına alarak Irak Kuzey Kürt Bölgesi lideri Barzani ile -hem de Diyarbakır'da- bir araya gelmek son derece önemli adımlardır. Doğrudur yanlıştır demiyorum, önemlidir diyorum. Bu ilişkilerin kimin lehine veya aleyhine gelişeceğini zaman gösterecek!
Ben kendi payıma bu çabaları görmezlikten gelemiyorum. Evet, ‘Türkiye tükürdüklerini yalıyor” diyenlerin dar görüşlülüğü içinde değilim ama bu kadar kısa zamanda, dış politikada bu kadar geniş açılı değişiklikler yapmak ne kadar doğrudur bilemiyorum. Eğer gerçekten süreci doğru yönetecek kadrolar işin içinde ise telaş yok. Çünkü bu, güreşte köprü kurmaya benziyor. Eğer güvenli köprü kuramazsanız, siz tuş olursunuz.
Elbette hükümet, değişen şartlar ve politikalar çerçevesinde hem safını hem politikasını değiştirebilir. Hem de değiştirmelidir. Biz, yaklaşık 200 yıldır dış ilişkilerde hep kaybetmeye alıştığımız için, mevcut anlayış dışında atılan her adımın illa da memlekete felaket getireceğini düşünüyoruz. Türkiye artık bu ürkekliği üzerinden atmış görülüyor. Bu iyi. Ama son üç beş yıldır en kritik dış meselelerde bile vakitsiz açılımlar yapıldığını görerek tedirgin olmak da hakkımızdır. Türkiye, İran'a kol kanat germekliğinin karşılığını, İran tarafından aldatılarak görmüştür. Suriye konusunda Batı ve Amerika Türkiye'yi yolda bırakmıştır. İplerin kopma noktasına getirildiği Irak hükümeti ile şimdi iyi ilişkiler kurulmaya çalışılıyor. Hükümet, Türkiye'yi tehdit etme küstahlığına rağmen Barzani'yi hem de Diyarbakır'da ağırlamayı göze alabilmiştir. Bunlar hakikaten önemlidir. Ama bir devletin, dış politikasında, bu kadar kısa zamanda bu kadar derin algı ve yöntem değişikliğine gitmesi, ürkütücü. Bu böyledir diye yine de hükümetin bir takım sıkıntıları aşmak için girişimlerde bulunmasını değerli ve cesur buluyorum. Yapılanları eleştirebilirsiniz, şöyle olsa daha iyi olabilir diyebilirsiniz ama hükümetin şu meseller karşısında hiçbir şey yapmamasını bekleyemezsiniz. Çünkü Konvansiyonel bir devlet, kendisini elbette şartlara uydurur. Yeter ki ilişkilerde tarih bilinci görmezlikten gelinmesin! Osman Karatay'ın “İran ile Turan”[2] eserini okuyanlar ne demek istediğimi iyi anlarlar!
Bilindiği gibi Sayın başbakanımız, başlangıçta BOP eş başkanı olduğunu söylemiş ve sürece destek de vermişti. Ama şimdi o projenin Türkiye'nin pek de çıkarına olmadığını görerek, Türkiye'nin pozisyonunun yeniden belirlemeye çalışıyor, yeni tedbirler alıyor. Uzun menzilli füze alımında Çine yönelmesi, Rusya'ya, Suriye'deki tutumuna rağmen yakın durması bu çerçevedendir. Başlangıçta BOP Eş Başkanı olması fikri de esasında yabana atılmayacak bir strateji idi. En azından sürecin içinde olduk. Öyle olmasaydı belki başımıza çok daha büyük belalar sardırılırdı.
Dış politikada bu kadar derin gelgitlerin yaşanması elbette alışılmış değildir ama olmaz da değildir. Çünkü Türkiye hakikaten ciddi bir eksen değişikliği yapıyor. 100 yıldır Batı'nın yedeğinde tutulan bir ülkenin bağımsız politikalara geçiş yaptığı bir dönemde bu tür zikzaklar olabilir. Ama 2 bin yıllık devlet geleneği olan bir halkın evlatlarının ciddi hatalar yapmaları kabul edilemez. Bilmiyorum Sayın Başbakanımız, bu gelgitlerin yaşanmasına neden olan danışmanlarına nasıl bakıyor?
Müşavir ayrıdır, danışman ayrıdır. Müşavir her daim ve her meselede kendisi ile fikir teatisi yapılandır. Ama danışman, bir meselede uzmandır ve bütün istihdamı sürecinde bir kere fikrine ya müracaat edilir ya edilmez. Ve danışmanın görevi kritik zamanlarda merdivenin hangi duvara dayandırılması gerektiğini söylemektir. Ya isabet eder ya hata. İsabet eder; toplumun bahtını değiştirir, hata eder; milletin geleceğini karartır. O yüzden siyasilerin danışmanları çok önemlidir. Bendeniz, dış politikada yaşanan zikzakları, hükümete danışmanlık edenlerin isabetsizliği olarak görüyorum. Ve sayın başbakanımızın danışmanlarını gözden geçirmesinin hayırlı olacağı kanaatindeyim.
İslam dünyasının yeniden harmanlandığı, işlerin nereye varacağının tahmin edilemediği şu günlerde, millet adına doğur ve sağlam duruş sergileyebilecek ve hakikaten geleceği doğur okuyabilecek danışmanlara ihtiyacı var. Başbakanın da hükümetin de…
İttihat ve Terakki De İyi Niyetliydi
İttihat ve Terakki de iyi niyetliydi. Ama işin başına getirilenlerde devlet bilinci ve şuuru yeterli olmadığı için hata ettiler. Enver Paşa gibi son derece milliyetçi ve ittihad yanlısı olan bir zat, Almanların İki Askeri Gemi tuzağını görmedi ve koca imparatorluğu basit bir oyun yüzünden savaşa sokturdu. Elbette şu veya bu şekilde Osmanlıyı savaşın içine sokacaklardı ama bu kadar ucuz bir numara ile Osmanlının savaşa çekilmesi, ancak acemi danışmanlar ve devlet umuru görmemiş idarecilerle olabilir…
Danışmanların “ben tahmin edemedim iş nereye varacak” deme lüksü yoktur.
Öyleyse danışman alınırken azami ihtiyatlı olunmalı. Bu konuda yaklaşımım biraz radikal. Bir insanın bir konudaki uzman olması onun danışman lığı için yeterli olmamalı. Elbette fikri alınabilir ama danışmanlık başka vetireler de gerektirir. Yüksek yönetim katında bulunanlar herkesi danışman alamazlar.
Bir gün bir dostu, Özal'a, ‘Neden şunlardan da bir danışmanın yok?' diye sorduğunda Özal şu cevabı verir:
-“Onların bizden farklı beklentileri var. Onlardan bir danışman alırsam, kasıtlı olmasa da bilinçaltındaki beklentilerinden dolayı belki bana gizli niyetlerini telkin eder”
Ne kadar isabetli bir duruş!
Danışman ve danışmanlık çok önemlidir. Bir danışman en fazla bir kere lazım olabilir ve siz onu o dakika için 20 yıl beslersiniz. Ama o tam da o noktada vazifesini yapar ve ya milleti vartadan kurtarır veya vartaya atar. Bir nal bir mıh bir at meselesi…
Zahire bakan geri planı okumayan danışman kadar farklı ajandaları bulunan danışmanlar da sıkıntıdır uzun sürede.
Ben kimseyi itham etmiyorum ama diyorum ki, ülke cidden stratejik bir süreçten geçiyor. Dönem, danışmanlarda, “liyakat” kadar ‘güvenlirlik' ilkesinin de aranmasını gerektirecek bir dönem. Bence Sayın Başbakanımızın etrafındaki danışmanların telkinleri, çok isabetli değil. İnşallah yanılırım ama korkularım bu yönde… Kızabilirsiniz ama lütfen düşünün. Çünkü Türkiye, dış politikasında son iki yıldır sürekli açığa düşürülüyor… Sakın Davutoğlu'na yönelik bir itirazım olduğu zannına kapılmayın. Ben şahsen de onu seviyorum ve samimi olduğuna inanıyorum. Ama olan bitenler ürkütüyor!
Bir insan kendi nefsinde sonuna kadar demokrat ve fedakâr olabilir. Ama eğer o insan memleketin istikbali ile alakadar bir mevkide ise öncelikle halkının menfaatini ve geleceğini düşünmekle görevlidir. Onu temin ettikten sonra o güçle diğer mazlumların da mağduriyetini giderebilir. Kendi halkının geleceğini riske ederek, insan haklarına(!) hizmet etmek doğru mudur bilemiyorum.
Batı Makul İslam'ı İstemiyor
Evet, mütegallibe güçler bizim de içinde bulunduğumuz bölgeyi yeniden tasarlıyor. Bu tasarıma girişmeden önce, elbette ki bölgede o tasarıya karşı çıkacak güçleri bertaraf edeceklerdi, ettiler. Kendilerine destekleyecekleri de iktidar yapacaklardı, yaptılar! i
İşte bakın İran'da iktidarı değiştirdiler. Mısır'da değiştirdiler. Irak ve Suriye'de iktidar bırakmadılar. Ürdün zaten istedikleri gibi! Arabistan'daki iktidar, eba enced yandaşları. Artı olarak, geleceğin İslam'ı adına tasarımladıkları Selefiliği onun kesesinden palazlandırıyorlar.
Bu planlamalardan Türkiye'nin nasibini almadığını söylemek imkânsız… Başlangıçta, başbakanımız nezdindeki müvekkilleri Zapsu idi. O ifşa olunca onu geri çektiler ve halkın tanımadığı ama daha mahir danışmanları istihdam etmeye başladılar… Şimdi, tüm bu coğrafyadaki yandaşları ile geleceğin İslam'ını tasarlıyorlar.
Çünkü batı hem değerler itibarıyla hem inanç itibarıyla derin bir erozyon yaşıyor. İnsanlığın yönelebileceği tek ‘safi kutsal', İslam kaldı! Eğer onu dejenere edemezlerse(?), kendi halklarının bile İslamlaşmasını önleyemeyecekler. Öyleyse ne yapıp edip İslam halklarını birbirine düşürmek ve İslam'ın bir umut ve sığınak olmasını önlemek lazım, diye plan yapıyorlar. Bunu görmemiz gerekiyor!
Batı “Ilımlı (makul) islam”ı istiyor diyorlar ya, yalan! Çünkü ılımlı İslam, Batı'nın işine gelmez.
Neden Mısır'da Müslüman Kardeşler istenmiyor. Çünkü müspet hareketi esas alıyor. Sünni gelenek içinden çıkmış Nurculuk, Sünni geleneğin hamisi İhvan hareketi seviliyor mu? Hayır! O yüzden de Batının istediği İslam, makul ve müspet hareketten yana olan Ehlisünnet İslam'ı değil, ‘duygusallık' üzerine yapılandırılmış ve her daim eylem hazır bir yapı üzerine kurgulanmış Şia İslam'ı (Şia-yı Hilafet) ve Vahhabilik'ten doğmuş kavgacı Selefilik'tir. Önce Irak'ta bu gruplar bir tatbikata alındılar, Şimdi de Suriye'de çatıştırılıyorlar. İki çekirdekli İslam dünyasının iki temsilcisi gibi yansıtmaya çalışıyorlar.
Bu ikisine, yeni alanlar açmak için müthiş bir çalışma sürdürülüyor. Almanya ve İsrail, Şiiliğin önünü açmaya çalışırken, İngiltere ve Amerika da Selefiliğe hayat vermeye çalışıyor. Tabii Arabistan'ın parasıyla…
Batı, yukarda da izah ettiğim gibi uzun vadede ‘müsbet hareket' eksenli İslam'ı kendisi için tehdit görüyor. Bu yüzden de Mısır'da İhvan-ı Muslimin Hareketini ve Türkiye'de de müspet hareket yanlısı Nurculuğu ve Hizmet Hareketini gözden düşürmeye çalışıyor. Bu, bir erken söylem biliyorum ama bunu toplumun vaktinde fark etmesinde yarar var. Hükümetin eline verilen harici raporlar ve danışman telkinleri de bu yönde… Zaman gösterecek. Batı Şii veya selefi bir İslam dünyası istiyor… Hem de açıktan bunları düşman addede ede…
II. Abdülhamid'in Emeği Boşa Gidecek
Bu günlerde maşallah herkesin dilinde Şia var. İslam coğrafyasının genelinde Şii gelenek ‘in'!
Herkes; siyasi liderler, stk'lar düşünce gurupları hep Şia geleneğine vurgu yapmaya ve Kerbela mağduriyetini işlemeye başladı. Hatta önceki haftanın Cuma hutbesini dinlerken, bir ara hatibin, minberden, “Bre yezitler, evladı resulü siz öldürmediniz mi?” diyecek zannettim. Tabii ki “Muharrem ayıdır, normaldir” diyeceksiniz amma o kadar basit değil.
Son beş altı yıldır, İslam dünyasında birlik ve beraberlik olsun diye benim kadar Şia'ya yakınlık gösteren yazar oldu mu bilmiyorum. Ben Suriye'de yakılmak istenen fitne ateşinin önün geçmek için az mı dil döktüm. Ama görmediler duymadılar, başbakanın görmesine fırsat vermediler.
Şimdi diyorum ki bir zındıka komitesi yani Dünyanın Büyük Mafya Örgütü, Büyük Ortadoğu Projesi adı altında İslam coğrafyasını yeniden haritalandırıyor. Bu haritalandırmanın yeni kan ve gözyaşı getirmesi için de eski yaraları depreştiriyorlar. Bu coğrafyayı gerek etnik gerekse inanç açısından tamamen mikro bölgelere indirgemek istiyorlar. Ta ki bir kıvılcımla her bir yeri tutuşturabilsinler…
Rahmetli II. Abdülhamit, bölgenin bu zaafını erken tespit etmiş, 19.yy'ın son çeyreğinde, Osmanlıyı nispetenhomojen bir yapıya kavuşturmak için büyük çaba harcamıştı. Marunîleri, Süryanileri, Yezidileri vs ana aksın içinde yer almaya teşvik etmişti. Büyük imkânlar ve paralar harcamıştı. Buna rağmen tam başaramamış ve sonradan Osmanlı'yı parçalamak isteyenler o grupları kullanarak bizi içimizden vurmuşlardı.
Şimdi aynı şeyler yapılmak isteniyor. Ama yazık ki bu coğrafyadaki hükümetler bunu görmüyorlar. İran işin farkında! Fakat bu düzenleme işine geldiği için ses çıkarmıyor. Gerçi İran'da da perde arkasındaki iktidar Meşhedîler olduğu için, tıpkı bizde olduğu gibi ince ayarlarla onları da uyutuyorlar.
Bölgenin geleceği ateşe veriliyor. Hem de bu tezgâhı görebileceğini umduğumuz insanlar iktidarda iken… İslam dünyasında Sünni İslam, Mısır'da İhvan ve Türkiye'de Nurculuk ve Hizmet hareketi hızla gözden düşürülüyor. Bahaneler belli:
Siyasete karışıyorlar!
[1]) Bu yazıyı, “müminin feraseti” gözlüğünü başınıza takarak okuyun! Zira derdim saffı istiva etmektir. “Saflarınızı düzeltiniz ki Allah'ın merhameti sizinle olsun”. Elbette ayağı çizgiye taşmış ve saffı bozmuş olanlar sözü üzerlerine alabilirler. Zaten de onlara söylüyorum! Farz edin ki “omuzunuzda akrep var” dedim. Eğer o akrep değilse sözüm size zarar vermez. Eğer doğru söylüyorsam sizi bir felakete karşı ikaz etmiş olurum. Selam ve dua ile (MAB)
[2]) Osman Karatay, İran ile Turan, Ötüken Yayınları..
Mehmet Ali Bulut - Haber7
Şu sıralarda dünyanın geleceği yeniden tasarımlanıyor. Bu tasarımın, Ortadoğu'ya düşen payının adı BOP; yani Büyük Ortadoğu Projesi!
-Ne anlama geliyor Büyük Ortadoğu Projesi?
- Bu coğrafyanın mümkün olduğunca mikro alanlara bölünüp Kafkaslar ve Balkanlar gibi her halkın diğeriyle didiştiği bir bölge haline getirmek!
Ortadoğu'nun tüm eski halkları, kültürleri yeniden diriltiliyor. Yezidilerden Marunilere, Süryanilerden Nusayrilere, İsmaililere, Zeyilere, Karmatilere varıncaya kadar nerede Sünni gelenek karşıtı heterojen topluluklar varsa hepsi yeniden diriltiliyor. Ölü halklar ve diller de dâhil!
Tabii ki Türk hükümeti de bunun farkında. Yapılmak istenenleri bozmak veya oyunlarını boşa çıkarmak yahut en azından bölgeye verilecek tahribatı azaltmak için, yeni adımlar atıyor. En azından ben girişimleri öyle anlamak istiyorum. Çünkü, Irak gibi nerede ise ilişkilerin koparıldığı bir hükümetle ilişkileri düzeltmek ve keza, tüm kırmızı çizgilerimizi ayak altına alarak Irak Kuzey Kürt Bölgesi lideri Barzani ile -hem de Diyarbakır'da- bir araya gelmek son derece önemli adımlardır. Doğrudur yanlıştır demiyorum, önemlidir diyorum. Bu ilişkilerin kimin lehine veya aleyhine gelişeceğini zaman gösterecek!
Ben kendi payıma bu çabaları görmezlikten gelemiyorum. Evet, ‘Türkiye tükürdüklerini yalıyor” diyenlerin dar görüşlülüğü içinde değilim ama bu kadar kısa zamanda, dış politikada bu kadar geniş açılı değişiklikler yapmak ne kadar doğrudur bilemiyorum. Eğer gerçekten süreci doğru yönetecek kadrolar işin içinde ise telaş yok. Çünkü bu, güreşte köprü kurmaya benziyor. Eğer güvenli köprü kuramazsanız, siz tuş olursunuz.
Elbette hükümet, değişen şartlar ve politikalar çerçevesinde hem safını hem politikasını değiştirebilir. Hem de değiştirmelidir. Biz, yaklaşık 200 yıldır dış ilişkilerde hep kaybetmeye alıştığımız için, mevcut anlayış dışında atılan her adımın illa da memlekete felaket getireceğini düşünüyoruz. Türkiye artık bu ürkekliği üzerinden atmış görülüyor. Bu iyi. Ama son üç beş yıldır en kritik dış meselelerde bile vakitsiz açılımlar yapıldığını görerek tedirgin olmak da hakkımızdır. Türkiye, İran'a kol kanat germekliğinin karşılığını, İran tarafından aldatılarak görmüştür. Suriye konusunda Batı ve Amerika Türkiye'yi yolda bırakmıştır. İplerin kopma noktasına getirildiği Irak hükümeti ile şimdi iyi ilişkiler kurulmaya çalışılıyor. Hükümet, Türkiye'yi tehdit etme küstahlığına rağmen Barzani'yi hem de Diyarbakır'da ağırlamayı göze alabilmiştir. Bunlar hakikaten önemlidir. Ama bir devletin, dış politikasında, bu kadar kısa zamanda bu kadar derin algı ve yöntem değişikliğine gitmesi, ürkütücü. Bu böyledir diye yine de hükümetin bir takım sıkıntıları aşmak için girişimlerde bulunmasını değerli ve cesur buluyorum. Yapılanları eleştirebilirsiniz, şöyle olsa daha iyi olabilir diyebilirsiniz ama hükümetin şu meseller karşısında hiçbir şey yapmamasını bekleyemezsiniz. Çünkü Konvansiyonel bir devlet, kendisini elbette şartlara uydurur. Yeter ki ilişkilerde tarih bilinci görmezlikten gelinmesin! Osman Karatay'ın “İran ile Turan”[2] eserini okuyanlar ne demek istediğimi iyi anlarlar!
Bilindiği gibi Sayın başbakanımız, başlangıçta BOP eş başkanı olduğunu söylemiş ve sürece destek de vermişti. Ama şimdi o projenin Türkiye'nin pek de çıkarına olmadığını görerek, Türkiye'nin pozisyonunun yeniden belirlemeye çalışıyor, yeni tedbirler alıyor. Uzun menzilli füze alımında Çine yönelmesi, Rusya'ya, Suriye'deki tutumuna rağmen yakın durması bu çerçevedendir. Başlangıçta BOP Eş Başkanı olması fikri de esasında yabana atılmayacak bir strateji idi. En azından sürecin içinde olduk. Öyle olmasaydı belki başımıza çok daha büyük belalar sardırılırdı.
Dış politikada bu kadar derin gelgitlerin yaşanması elbette alışılmış değildir ama olmaz da değildir. Çünkü Türkiye hakikaten ciddi bir eksen değişikliği yapıyor. 100 yıldır Batı'nın yedeğinde tutulan bir ülkenin bağımsız politikalara geçiş yaptığı bir dönemde bu tür zikzaklar olabilir. Ama 2 bin yıllık devlet geleneği olan bir halkın evlatlarının ciddi hatalar yapmaları kabul edilemez. Bilmiyorum Sayın Başbakanımız, bu gelgitlerin yaşanmasına neden olan danışmanlarına nasıl bakıyor?
Müşavir ayrıdır, danışman ayrıdır. Müşavir her daim ve her meselede kendisi ile fikir teatisi yapılandır. Ama danışman, bir meselede uzmandır ve bütün istihdamı sürecinde bir kere fikrine ya müracaat edilir ya edilmez. Ve danışmanın görevi kritik zamanlarda merdivenin hangi duvara dayandırılması gerektiğini söylemektir. Ya isabet eder ya hata. İsabet eder; toplumun bahtını değiştirir, hata eder; milletin geleceğini karartır. O yüzden siyasilerin danışmanları çok önemlidir. Bendeniz, dış politikada yaşanan zikzakları, hükümete danışmanlık edenlerin isabetsizliği olarak görüyorum. Ve sayın başbakanımızın danışmanlarını gözden geçirmesinin hayırlı olacağı kanaatindeyim.
İslam dünyasının yeniden harmanlandığı, işlerin nereye varacağının tahmin edilemediği şu günlerde, millet adına doğur ve sağlam duruş sergileyebilecek ve hakikaten geleceği doğur okuyabilecek danışmanlara ihtiyacı var. Başbakanın da hükümetin de…
İttihat ve Terakki De İyi Niyetliydi
İttihat ve Terakki de iyi niyetliydi. Ama işin başına getirilenlerde devlet bilinci ve şuuru yeterli olmadığı için hata ettiler. Enver Paşa gibi son derece milliyetçi ve ittihad yanlısı olan bir zat, Almanların İki Askeri Gemi tuzağını görmedi ve koca imparatorluğu basit bir oyun yüzünden savaşa sokturdu. Elbette şu veya bu şekilde Osmanlıyı savaşın içine sokacaklardı ama bu kadar ucuz bir numara ile Osmanlının savaşa çekilmesi, ancak acemi danışmanlar ve devlet umuru görmemiş idarecilerle olabilir…
Danışmanların “ben tahmin edemedim iş nereye varacak” deme lüksü yoktur.
Öyleyse danışman alınırken azami ihtiyatlı olunmalı. Bu konuda yaklaşımım biraz radikal. Bir insanın bir konudaki uzman olması onun danışman lığı için yeterli olmamalı. Elbette fikri alınabilir ama danışmanlık başka vetireler de gerektirir. Yüksek yönetim katında bulunanlar herkesi danışman alamazlar.
Bir gün bir dostu, Özal'a, ‘Neden şunlardan da bir danışmanın yok?' diye sorduğunda Özal şu cevabı verir:
-“Onların bizden farklı beklentileri var. Onlardan bir danışman alırsam, kasıtlı olmasa da bilinçaltındaki beklentilerinden dolayı belki bana gizli niyetlerini telkin eder”
Ne kadar isabetli bir duruş!
Danışman ve danışmanlık çok önemlidir. Bir danışman en fazla bir kere lazım olabilir ve siz onu o dakika için 20 yıl beslersiniz. Ama o tam da o noktada vazifesini yapar ve ya milleti vartadan kurtarır veya vartaya atar. Bir nal bir mıh bir at meselesi…
Zahire bakan geri planı okumayan danışman kadar farklı ajandaları bulunan danışmanlar da sıkıntıdır uzun sürede.
Ben kimseyi itham etmiyorum ama diyorum ki, ülke cidden stratejik bir süreçten geçiyor. Dönem, danışmanlarda, “liyakat” kadar ‘güvenlirlik' ilkesinin de aranmasını gerektirecek bir dönem. Bence Sayın Başbakanımızın etrafındaki danışmanların telkinleri, çok isabetli değil. İnşallah yanılırım ama korkularım bu yönde… Kızabilirsiniz ama lütfen düşünün. Çünkü Türkiye, dış politikasında son iki yıldır sürekli açığa düşürülüyor… Sakın Davutoğlu'na yönelik bir itirazım olduğu zannına kapılmayın. Ben şahsen de onu seviyorum ve samimi olduğuna inanıyorum. Ama olan bitenler ürkütüyor!
Bir insan kendi nefsinde sonuna kadar demokrat ve fedakâr olabilir. Ama eğer o insan memleketin istikbali ile alakadar bir mevkide ise öncelikle halkının menfaatini ve geleceğini düşünmekle görevlidir. Onu temin ettikten sonra o güçle diğer mazlumların da mağduriyetini giderebilir. Kendi halkının geleceğini riske ederek, insan haklarına(!) hizmet etmek doğru mudur bilemiyorum.
Batı Makul İslam'ı İstemiyor
Evet, mütegallibe güçler bizim de içinde bulunduğumuz bölgeyi yeniden tasarlıyor. Bu tasarıma girişmeden önce, elbette ki bölgede o tasarıya karşı çıkacak güçleri bertaraf edeceklerdi, ettiler. Kendilerine destekleyecekleri de iktidar yapacaklardı, yaptılar! i
İşte bakın İran'da iktidarı değiştirdiler. Mısır'da değiştirdiler. Irak ve Suriye'de iktidar bırakmadılar. Ürdün zaten istedikleri gibi! Arabistan'daki iktidar, eba enced yandaşları. Artı olarak, geleceğin İslam'ı adına tasarımladıkları Selefiliği onun kesesinden palazlandırıyorlar.
Bu planlamalardan Türkiye'nin nasibini almadığını söylemek imkânsız… Başlangıçta, başbakanımız nezdindeki müvekkilleri Zapsu idi. O ifşa olunca onu geri çektiler ve halkın tanımadığı ama daha mahir danışmanları istihdam etmeye başladılar… Şimdi, tüm bu coğrafyadaki yandaşları ile geleceğin İslam'ını tasarlıyorlar.
Çünkü batı hem değerler itibarıyla hem inanç itibarıyla derin bir erozyon yaşıyor. İnsanlığın yönelebileceği tek ‘safi kutsal', İslam kaldı! Eğer onu dejenere edemezlerse(?), kendi halklarının bile İslamlaşmasını önleyemeyecekler. Öyleyse ne yapıp edip İslam halklarını birbirine düşürmek ve İslam'ın bir umut ve sığınak olmasını önlemek lazım, diye plan yapıyorlar. Bunu görmemiz gerekiyor!
Batı “Ilımlı (makul) islam”ı istiyor diyorlar ya, yalan! Çünkü ılımlı İslam, Batı'nın işine gelmez.
Neden Mısır'da Müslüman Kardeşler istenmiyor. Çünkü müspet hareketi esas alıyor. Sünni gelenek içinden çıkmış Nurculuk, Sünni geleneğin hamisi İhvan hareketi seviliyor mu? Hayır! O yüzden de Batının istediği İslam, makul ve müspet hareketten yana olan Ehlisünnet İslam'ı değil, ‘duygusallık' üzerine yapılandırılmış ve her daim eylem hazır bir yapı üzerine kurgulanmış Şia İslam'ı (Şia-yı Hilafet) ve Vahhabilik'ten doğmuş kavgacı Selefilik'tir. Önce Irak'ta bu gruplar bir tatbikata alındılar, Şimdi de Suriye'de çatıştırılıyorlar. İki çekirdekli İslam dünyasının iki temsilcisi gibi yansıtmaya çalışıyorlar.
Bu ikisine, yeni alanlar açmak için müthiş bir çalışma sürdürülüyor. Almanya ve İsrail, Şiiliğin önünü açmaya çalışırken, İngiltere ve Amerika da Selefiliğe hayat vermeye çalışıyor. Tabii Arabistan'ın parasıyla…
Batı, yukarda da izah ettiğim gibi uzun vadede ‘müsbet hareket' eksenli İslam'ı kendisi için tehdit görüyor. Bu yüzden de Mısır'da İhvan-ı Muslimin Hareketini ve Türkiye'de de müspet hareket yanlısı Nurculuğu ve Hizmet Hareketini gözden düşürmeye çalışıyor. Bu, bir erken söylem biliyorum ama bunu toplumun vaktinde fark etmesinde yarar var. Hükümetin eline verilen harici raporlar ve danışman telkinleri de bu yönde… Zaman gösterecek. Batı Şii veya selefi bir İslam dünyası istiyor… Hem de açıktan bunları düşman addede ede…
II. Abdülhamid'in Emeği Boşa Gidecek
Bu günlerde maşallah herkesin dilinde Şia var. İslam coğrafyasının genelinde Şii gelenek ‘in'!
Herkes; siyasi liderler, stk'lar düşünce gurupları hep Şia geleneğine vurgu yapmaya ve Kerbela mağduriyetini işlemeye başladı. Hatta önceki haftanın Cuma hutbesini dinlerken, bir ara hatibin, minberden, “Bre yezitler, evladı resulü siz öldürmediniz mi?” diyecek zannettim. Tabii ki “Muharrem ayıdır, normaldir” diyeceksiniz amma o kadar basit değil.
Son beş altı yıldır, İslam dünyasında birlik ve beraberlik olsun diye benim kadar Şia'ya yakınlık gösteren yazar oldu mu bilmiyorum. Ben Suriye'de yakılmak istenen fitne ateşinin önün geçmek için az mı dil döktüm. Ama görmediler duymadılar, başbakanın görmesine fırsat vermediler.
Şimdi diyorum ki bir zındıka komitesi yani Dünyanın Büyük Mafya Örgütü, Büyük Ortadoğu Projesi adı altında İslam coğrafyasını yeniden haritalandırıyor. Bu haritalandırmanın yeni kan ve gözyaşı getirmesi için de eski yaraları depreştiriyorlar. Bu coğrafyayı gerek etnik gerekse inanç açısından tamamen mikro bölgelere indirgemek istiyorlar. Ta ki bir kıvılcımla her bir yeri tutuşturabilsinler…
Rahmetli II. Abdülhamit, bölgenin bu zaafını erken tespit etmiş, 19.yy'ın son çeyreğinde, Osmanlıyı nispetenhomojen bir yapıya kavuşturmak için büyük çaba harcamıştı. Marunîleri, Süryanileri, Yezidileri vs ana aksın içinde yer almaya teşvik etmişti. Büyük imkânlar ve paralar harcamıştı. Buna rağmen tam başaramamış ve sonradan Osmanlı'yı parçalamak isteyenler o grupları kullanarak bizi içimizden vurmuşlardı.
Şimdi aynı şeyler yapılmak isteniyor. Ama yazık ki bu coğrafyadaki hükümetler bunu görmüyorlar. İran işin farkında! Fakat bu düzenleme işine geldiği için ses çıkarmıyor. Gerçi İran'da da perde arkasındaki iktidar Meşhedîler olduğu için, tıpkı bizde olduğu gibi ince ayarlarla onları da uyutuyorlar.
Bölgenin geleceği ateşe veriliyor. Hem de bu tezgâhı görebileceğini umduğumuz insanlar iktidarda iken… İslam dünyasında Sünni İslam, Mısır'da İhvan ve Türkiye'de Nurculuk ve Hizmet hareketi hızla gözden düşürülüyor. Bahaneler belli:
Siyasete karışıyorlar!
[1]) Bu yazıyı, “müminin feraseti” gözlüğünü başınıza takarak okuyun! Zira derdim saffı istiva etmektir. “Saflarınızı düzeltiniz ki Allah'ın merhameti sizinle olsun”. Elbette ayağı çizgiye taşmış ve saffı bozmuş olanlar sözü üzerlerine alabilirler. Zaten de onlara söylüyorum! Farz edin ki “omuzunuzda akrep var” dedim. Eğer o akrep değilse sözüm size zarar vermez. Eğer doğru söylüyorsam sizi bir felakete karşı ikaz etmiş olurum. Selam ve dua ile (MAB)
[2]) Osman Karatay, İran ile Turan, Ötüken Yayınları..
Mehmet Ali Bulut - Haber7