“ENGELLİ CV ?”
1983 yılı Ağustos’unda kızım henüz 70 günlük bebek iken; 5. kattan düşüp boynum kırıldığında; ölümle burun buruna gelmiştim. Bir yıla yakın, hastane ve rehabilitasyon tedavilerinden sonra, ömrümün kalan kısmını, tekerlekli sandalyeye bağımlı olarak geçirmek de varmış kaderde…
Evet bedeninizin engelli olması, sizin hayatınızı hayal edemeyeceğiniz şekilde etkiliyor, değiştiriyor..Gerçekle hemen yüzleşiyorsunuz.. Engelliler boyutuna atlıyorsunuz.Yeni bir hayat, yeni bir yaşam, yeni bir çevre.. Ailenizden başka, ne dost kalıyor, ne arkadaş..ne sırdaş..
Bazı sessiz geceler gözlerimi yumup, karanlığa gömülünce kendi kendime şöyle derim ;
-Ey engelsizler!..şu anda sizinle aynı boyutta tekrar buluştuk ama siz hiç farkında bile değilsiniz..
-Farkımız ne?..
Hepimiz yatağımıza uzanmış mışıl mışıl uyuyor yada uykuya dalmak üzereyiz, yada rüyalar aleminde..
-Şu anda biribirimizden farkımız ne?..
Dostlar hepimiz Allah’ın kulları değilmiyiz?..
-Öyleyse kullandığım beden aracı arızalandı diye bizlerin haklarını gasp etmek; horlamak, toplumdan dışlamak niye?..
Dün sizinle omuz omuza, sınırda nöbet tutmadık mı?
Aynı sıralarda, aynı okullarda okumadık mı?
Aynı acıları, aynı sevinçleri paylaşmadık mı?
Öyleyse bu ayrılık, gayrılık niye?
Yine yıllar sonra, 17 ağustos gecesi; kulaklarımızı sağır eden çığlığıyla ölüm, onbinleri kucaklarken; kurtulmayı bekleyen binlerce yaralıların iniltisi, günlerce kulaklarımızı tırmaladı !..
O deprem anı, sözün bittiği andı; kıyamet kopmuş, içindekilerle birlikte şehirleri yerle bir etmiş, haritadan silinmişti…
Daha dün şuracıkta şarkılar söyleyerek oynayan çocuklar, pencereden birbirine bakışan aşıklar, evine ekmek götüren babalar, sokakta dedikodu yapan komşular; kızıla boyanmış giysileriyle enkazlardan çıkarken, kurtulmanın buruk sevinciyle, etraflarına sessiz sözsüz tebessüm ediyorlar...
Sevdiklerini kaybedenlerin acısı , ateş olup yakınlarının yüreklerini yakmış, şehrin enkazına çevirmişti.. Şehrin üstünü saran kara bulutlar ağır ağır dağılırken, yerini anlatılmaz bir ölüm kokusuna bırakmıştı…
Mal mülk kavgası bitmiş; kalanlar, yaralılar can derdine düşmüştü…
Daha dün sapasağlam yatağına yatmış mışıl mışıl uyurken, gecenin karanlığında ne olduğunu anlayamadan ansızın engelliler boyutuna geçivermişti!..
Şanslıydı, hiç olmazsa canı kurtulmuştu… ÖZDE
“ENGELSİZ YAŞAM MÜMKÜN MÜ ?”
Engellilerle ilgili kamyonlar dolusu yasalar, yönetmelikler genelgeler, standartlar var ama maalesef yaptırım gücü çok zayıf, raflarda tozlanmış halde duyarlı insanların gelmesini bekliyor..Kanunlar, bilfiil yaşamak ve uygulamak içindir .
Engellinin en büyük engeli ULAŞIM.
Engelli okula ulaşması lazım,
Engelli işe yerine ulaşması lazım,
Engelli sosyal hayata ulaşım lazım,
Herkesin, potansiyel bir engelli olduğunu unutmaması lazım,
Biz engelliler yerel ve merkezi yönetimden “engelsiz bir yaşam” bekliyoruz. Bununda ilk şartı, olmazsa olmazı engellilerin ULAŞIM sorununu çözmek.
Ey dostum sen bu beden değil, bilinç varlıksın!.. O halde engeller niye ?.
Hükümet bu konuyu çözmek için uzun zaman evvel çok güzel bir karar almış ve yerel yönetimlere, kent içi ulaşımı engellileride dikkate alarak yeniden düzenlemeleri için yerel yönetimlere 7 Temmuz 2005 tarihinden itibaren 7 yıllık süre tanınmıştır.Sürenin bitmesine az bir zaman kalmasına rağmen, maalesef ortada elle tutulur bir icraat yok. Konuyu ciddiye alan yok.
Neden mi?
Engelleri kaldırmak istiyorsak, önce kaynak ayıralım, kaynağı olmayan talimat, sadece temennidir. Hükümet uzun vadeli böyle bir projeyi hayata geçirebilmesi için kaynağında göstermesi ve bu süreçte yapılan uygulama ve imalatları standartlarına uygun olarak yapılamasını çok iyi kontrol etmesi gerekirdi..Maalesef bunların hiçbiride olmayınca biz engellilerin sevinci yine kursağında, bu işlerde başka bahara kaldı..
Yazık yazık, çok yazık!..
Özümüz BİR, sözüm BİR, Hak BİR; o halde engeller niye ?.
Ey dostum sen bu beden değil bilinç varlıksın, o halde engeller niye ?.
Göz boyama usulü bir şeyler yapanlar oldu.. Onlarda WC nin kapısını içeri açıyor, rampaların eğimini tutturamıyor, engelli oto park yerleri işgal ediyor..
Nerede engellilerle uygun yaya yolları, kaldırımlar, bina girişleri, araç girişleri, tuvaletler, otoparklar, nerede?
Nerede engelliye uygun eğitim koşulları, şartları nerede?
Nerede engelliye uygun çalışma koşulları, şartları nerede?
Nerede engelliye uygun sağlık imkânları, nerede?
Engelli olmak ayıp değil, Allah insanların kalbine bakar; rengine, rütbesine, cinsine, bedenine değil!..
Sizin ayaklarınızla yaptığınızı bizler o tekerlekli sandalye ile yapmak zorundayız, bunun nasıl bir şey olduğunu hiç düşündünüz mü?
Biz engellilere sakın ha acımayın, yaşamda bizleri yok saymak, bizler yokmuş gibi şehirleri düzenlemek, engellilere yapılabilecek en büyük zulümdür!..
Bizlerde, sizler gibi günlük yaşamımızı sürdürmek istiyoruz Engelsiz bir yaşam istiyoruz.. Bunu gerçekleştirmek öyle zor bir şey değil aslında, engelsiz bir yaşam için, şehirlerimiz, olması gerektiği şekilde olmalı.. Sadece biraz daha dikkat, biraz daha duyarlık istiyor. Engellileri önemseyen, önemsenmenin güzelliklerini yaşayacaktır inşallah..
Şehrin yallarını, kaldırımlarını,binalarını yaparken, ulaşım araçlarını alınırken, sosyal tesislerini kurarken sadece “- engellilelerde var” diye düşünmek yetiyor..İnanın hiçbir maliyeti yok bu işin, yaşlılar,hamile bayanlar, yük taşıyanlarda sizlere dua ediyor, buda işin cabası.
Engelleri kaldırınca aradan, Engelsiz bir yaşam kalır inan..ÖZDE
“TOPAL MUSTAFA” GERÇEK HAYAT HİKÂYESİ
Mustafa’nın babası, ellili yıllarda askerde sıhhiye taburunda iğne vurmayı öğrenmiş, köyüne dönünce köyün iğnecisi olmuştu O devirlerde doktor yok, sağlık memuru yok, yok oğlu yok Hele birde köy yerindeysen yandım Allah! Yol yok, iz yok
Mustafa’nın babası İğneci Ismayil hastalara penisilin iğnesi yaparak, çifcilik yanı sıra aile bütçesine katkı sağlıyordu
Mustafa 2-3 yaşlarında hastalanır Mustafa topaç gibi bir çocuktur; nazar oldu derler; okurlar, üflerler lakin iyileşmez, babası bir penisilin iğnesi yapar…
Amam ne çare ki binde bir ihtimalde olsa, olan olur ; ilaç Mustafa’nın ayak sinirlerini felç eder Mustafa sakatlanır; o günden sonra Mustafa’nın adı Topal Mustafa olur Köylük yerinde ilk mektebi zorlada olsa bitiren Mustafa’yı babası ayakkabı tamircisi Kelikçi Hasan Ustanın yanına çırak verir
Gel zaman git zaman, Mustafa büyür delikanlılık çağına gelir Lakin köyün kızları topal ve fakir olduğu için Mustafa’ya pek yüz vermezler
Yine günlerden bir gün, köyün delikanlıları bir düğün evinin önünde genç kızlara kur yaparken, uzaktan kırmızı bir Java motosikletle yeni öğretmen olan arkadaşları Yılmaz Hoca gelir ve yanlarında durur
Yılmaz’ın amacı çevresindeki kızlara biraz hava atmak, hem de biraz Mustafa’yla dalga geçmektir Fakat işi biraz ileri götürür ve Mustafa’nın topallığı ile alay ederek işi hakaret ölçüsüne vardırır
Delikanlılar ve kızlar Mustafa’ya gülmeye başlar
Mustafa, topal olmak kendi suçu imiş gibi öyle üzülür, öyle içerler ki oracıkta gözlerinden sicim gibi yaşlar dökülür Hiçbir şey söyleyemeden oradan uzaklaşmaya çalışır Zavallı Mustafa topallayarak yan yan yürürken, Yılmaz kırmızı Java motoruna binerek Mustafa’ya arkasından küfrederek, alay etmeye devam eder ve son hızla şehre doğru giderken, köy yolundan yükselen toz bulutları arasında gözden kaybolur
Kaybolur kaybolmasına da, köy yolu stabilizedir ve Yılmaz yolda bir virajda motorun hakimiyetini kaybederek kayar, bir kum kamyonunu altına girer
Mustafa’nın gözyaşları kurumadan, acı haber köye ulaşır Kaza haberini alan Yılmaz’ın yakınları hemen hastaneye koşarlar
Yılmaz, günlerce süren komadan çıkıp, kendine geldiği zaman, yakınları hayatının kurtulduğuna sevinirlerken, acıda olsa Yılmaz’a ayaklarının kesilmiş olduğunu söylerler
İşte gerçek bir hayat hikâyesi; Mustafa içinden beddua etimi? Etmedi mi? bilinmez ama hal diliyle etmiş olsa gerek…
Bir gün Topal Yılmaz Hocayı, Mustafa’nın dükkânında çocuklarının ayakkabılarını tamir ettirirken görmüştüm de, Mustafa bana ;
-Kim bu arkadaş biliyor musun? demiş ve bu hikâyeyi anlatmıştı
İşte dostlar, Mustafa şimdi köyünde; Bağkur’dan emekli olmuş, torunları ile vakitini geçiriyor Onlara hayatın gerçeklerini öğretiyor
İşte dostlar hayatın içinden bir kıssa, bizim payımıza da vardır elbet bir hisse.. ÖZDE
1983 yılı Ağustos’unda kızım henüz 70 günlük bebek iken; 5. kattan düşüp boynum kırıldığında; ölümle burun buruna gelmiştim. Bir yıla yakın, hastane ve rehabilitasyon tedavilerinden sonra, ömrümün kalan kısmını, tekerlekli sandalyeye bağımlı olarak geçirmek de varmış kaderde…
Evet bedeninizin engelli olması, sizin hayatınızı hayal edemeyeceğiniz şekilde etkiliyor, değiştiriyor..Gerçekle hemen yüzleşiyorsunuz.. Engelliler boyutuna atlıyorsunuz.Yeni bir hayat, yeni bir yaşam, yeni bir çevre.. Ailenizden başka, ne dost kalıyor, ne arkadaş..ne sırdaş..
Bazı sessiz geceler gözlerimi yumup, karanlığa gömülünce kendi kendime şöyle derim ;
-Ey engelsizler!..şu anda sizinle aynı boyutta tekrar buluştuk ama siz hiç farkında bile değilsiniz..
-Farkımız ne?..
Hepimiz yatağımıza uzanmış mışıl mışıl uyuyor yada uykuya dalmak üzereyiz, yada rüyalar aleminde..
-Şu anda biribirimizden farkımız ne?..
Dostlar hepimiz Allah’ın kulları değilmiyiz?..
-Öyleyse kullandığım beden aracı arızalandı diye bizlerin haklarını gasp etmek; horlamak, toplumdan dışlamak niye?..
Dün sizinle omuz omuza, sınırda nöbet tutmadık mı?
Aynı sıralarda, aynı okullarda okumadık mı?
Aynı acıları, aynı sevinçleri paylaşmadık mı?
Öyleyse bu ayrılık, gayrılık niye?
Yine yıllar sonra, 17 ağustos gecesi; kulaklarımızı sağır eden çığlığıyla ölüm, onbinleri kucaklarken; kurtulmayı bekleyen binlerce yaralıların iniltisi, günlerce kulaklarımızı tırmaladı !..
O deprem anı, sözün bittiği andı; kıyamet kopmuş, içindekilerle birlikte şehirleri yerle bir etmiş, haritadan silinmişti…
Daha dün şuracıkta şarkılar söyleyerek oynayan çocuklar, pencereden birbirine bakışan aşıklar, evine ekmek götüren babalar, sokakta dedikodu yapan komşular; kızıla boyanmış giysileriyle enkazlardan çıkarken, kurtulmanın buruk sevinciyle, etraflarına sessiz sözsüz tebessüm ediyorlar...
Sevdiklerini kaybedenlerin acısı , ateş olup yakınlarının yüreklerini yakmış, şehrin enkazına çevirmişti.. Şehrin üstünü saran kara bulutlar ağır ağır dağılırken, yerini anlatılmaz bir ölüm kokusuna bırakmıştı…
Mal mülk kavgası bitmiş; kalanlar, yaralılar can derdine düşmüştü…
Daha dün sapasağlam yatağına yatmış mışıl mışıl uyurken, gecenin karanlığında ne olduğunu anlayamadan ansızın engelliler boyutuna geçivermişti!..
Şanslıydı, hiç olmazsa canı kurtulmuştu… ÖZDE
* * *
“ENGELSİZ YAŞAM MÜMKÜN MÜ ?”
Engellilerle ilgili kamyonlar dolusu yasalar, yönetmelikler genelgeler, standartlar var ama maalesef yaptırım gücü çok zayıf, raflarda tozlanmış halde duyarlı insanların gelmesini bekliyor..Kanunlar, bilfiil yaşamak ve uygulamak içindir .
Engellinin en büyük engeli ULAŞIM.
Engelli okula ulaşması lazım,
Engelli işe yerine ulaşması lazım,
Engelli sosyal hayata ulaşım lazım,
Herkesin, potansiyel bir engelli olduğunu unutmaması lazım,
Biz engelliler yerel ve merkezi yönetimden “engelsiz bir yaşam” bekliyoruz. Bununda ilk şartı, olmazsa olmazı engellilerin ULAŞIM sorununu çözmek.
Ey dostum sen bu beden değil, bilinç varlıksın!.. O halde engeller niye ?.
Hükümet bu konuyu çözmek için uzun zaman evvel çok güzel bir karar almış ve yerel yönetimlere, kent içi ulaşımı engellileride dikkate alarak yeniden düzenlemeleri için yerel yönetimlere 7 Temmuz 2005 tarihinden itibaren 7 yıllık süre tanınmıştır.Sürenin bitmesine az bir zaman kalmasına rağmen, maalesef ortada elle tutulur bir icraat yok. Konuyu ciddiye alan yok.
Neden mi?
Engelleri kaldırmak istiyorsak, önce kaynak ayıralım, kaynağı olmayan talimat, sadece temennidir. Hükümet uzun vadeli böyle bir projeyi hayata geçirebilmesi için kaynağında göstermesi ve bu süreçte yapılan uygulama ve imalatları standartlarına uygun olarak yapılamasını çok iyi kontrol etmesi gerekirdi..Maalesef bunların hiçbiride olmayınca biz engellilerin sevinci yine kursağında, bu işlerde başka bahara kaldı..
Yazık yazık, çok yazık!..
Özümüz BİR, sözüm BİR, Hak BİR; o halde engeller niye ?.
Ey dostum sen bu beden değil bilinç varlıksın, o halde engeller niye ?.
Göz boyama usulü bir şeyler yapanlar oldu.. Onlarda WC nin kapısını içeri açıyor, rampaların eğimini tutturamıyor, engelli oto park yerleri işgal ediyor..
Nerede engellilerle uygun yaya yolları, kaldırımlar, bina girişleri, araç girişleri, tuvaletler, otoparklar, nerede?
Nerede engelliye uygun eğitim koşulları, şartları nerede?
Nerede engelliye uygun çalışma koşulları, şartları nerede?
Nerede engelliye uygun sağlık imkânları, nerede?
Engelli olmak ayıp değil, Allah insanların kalbine bakar; rengine, rütbesine, cinsine, bedenine değil!..
Sizin ayaklarınızla yaptığınızı bizler o tekerlekli sandalye ile yapmak zorundayız, bunun nasıl bir şey olduğunu hiç düşündünüz mü?
Biz engellilere sakın ha acımayın, yaşamda bizleri yok saymak, bizler yokmuş gibi şehirleri düzenlemek, engellilere yapılabilecek en büyük zulümdür!..
Bizlerde, sizler gibi günlük yaşamımızı sürdürmek istiyoruz Engelsiz bir yaşam istiyoruz.. Bunu gerçekleştirmek öyle zor bir şey değil aslında, engelsiz bir yaşam için, şehirlerimiz, olması gerektiği şekilde olmalı.. Sadece biraz daha dikkat, biraz daha duyarlık istiyor. Engellileri önemseyen, önemsenmenin güzelliklerini yaşayacaktır inşallah..
Şehrin yallarını, kaldırımlarını,binalarını yaparken, ulaşım araçlarını alınırken, sosyal tesislerini kurarken sadece “- engellilelerde var” diye düşünmek yetiyor..İnanın hiçbir maliyeti yok bu işin, yaşlılar,hamile bayanlar, yük taşıyanlarda sizlere dua ediyor, buda işin cabası.
Engelleri kaldırınca aradan, Engelsiz bir yaşam kalır inan..ÖZDE
* * *
“TOPAL MUSTAFA” GERÇEK HAYAT HİKÂYESİ
Mustafa’nın babası, ellili yıllarda askerde sıhhiye taburunda iğne vurmayı öğrenmiş, köyüne dönünce köyün iğnecisi olmuştu O devirlerde doktor yok, sağlık memuru yok, yok oğlu yok Hele birde köy yerindeysen yandım Allah! Yol yok, iz yok
Mustafa’nın babası İğneci Ismayil hastalara penisilin iğnesi yaparak, çifcilik yanı sıra aile bütçesine katkı sağlıyordu
Mustafa 2-3 yaşlarında hastalanır Mustafa topaç gibi bir çocuktur; nazar oldu derler; okurlar, üflerler lakin iyileşmez, babası bir penisilin iğnesi yapar…
Amam ne çare ki binde bir ihtimalde olsa, olan olur ; ilaç Mustafa’nın ayak sinirlerini felç eder Mustafa sakatlanır; o günden sonra Mustafa’nın adı Topal Mustafa olur Köylük yerinde ilk mektebi zorlada olsa bitiren Mustafa’yı babası ayakkabı tamircisi Kelikçi Hasan Ustanın yanına çırak verir
Gel zaman git zaman, Mustafa büyür delikanlılık çağına gelir Lakin köyün kızları topal ve fakir olduğu için Mustafa’ya pek yüz vermezler
Yine günlerden bir gün, köyün delikanlıları bir düğün evinin önünde genç kızlara kur yaparken, uzaktan kırmızı bir Java motosikletle yeni öğretmen olan arkadaşları Yılmaz Hoca gelir ve yanlarında durur
Yılmaz’ın amacı çevresindeki kızlara biraz hava atmak, hem de biraz Mustafa’yla dalga geçmektir Fakat işi biraz ileri götürür ve Mustafa’nın topallığı ile alay ederek işi hakaret ölçüsüne vardırır
Delikanlılar ve kızlar Mustafa’ya gülmeye başlar
Mustafa, topal olmak kendi suçu imiş gibi öyle üzülür, öyle içerler ki oracıkta gözlerinden sicim gibi yaşlar dökülür Hiçbir şey söyleyemeden oradan uzaklaşmaya çalışır Zavallı Mustafa topallayarak yan yan yürürken, Yılmaz kırmızı Java motoruna binerek Mustafa’ya arkasından küfrederek, alay etmeye devam eder ve son hızla şehre doğru giderken, köy yolundan yükselen toz bulutları arasında gözden kaybolur
Kaybolur kaybolmasına da, köy yolu stabilizedir ve Yılmaz yolda bir virajda motorun hakimiyetini kaybederek kayar, bir kum kamyonunu altına girer
Mustafa’nın gözyaşları kurumadan, acı haber köye ulaşır Kaza haberini alan Yılmaz’ın yakınları hemen hastaneye koşarlar
Yılmaz, günlerce süren komadan çıkıp, kendine geldiği zaman, yakınları hayatının kurtulduğuna sevinirlerken, acıda olsa Yılmaz’a ayaklarının kesilmiş olduğunu söylerler
İşte gerçek bir hayat hikâyesi; Mustafa içinden beddua etimi? Etmedi mi? bilinmez ama hal diliyle etmiş olsa gerek…
Bir gün Topal Yılmaz Hocayı, Mustafa’nın dükkânında çocuklarının ayakkabılarını tamir ettirirken görmüştüm de, Mustafa bana ;
-Kim bu arkadaş biliyor musun? demiş ve bu hikâyeyi anlatmıştı
İşte dostlar, Mustafa şimdi köyünde; Bağkur’dan emekli olmuş, torunları ile vakitini geçiriyor Onlara hayatın gerçeklerini öğretiyor
İşte dostlar hayatın içinden bir kıssa, bizim payımıza da vardır elbet bir hisse.. ÖZDE