Diyarbakır Şairleri;
Sezai Karakoç
Ahmed Arif
Ozan Deniz Sarıtop
Yılmaz Odabaşı
A. Hicri İzgören
Cahit Sıtkı Tarancı
Ahmed Arif Kimdir
Ahmed Arif Hayatı
Anlatılanlara göre, 1927 Nisan ayının 21. Gününde doğmuşum, Diyarbakır’da Yağcı sokak 7 nolu evde. Yani, yazlık ve kışlık odalarıyla, geniş avlusuyla, bahçesiyle dönemin tipik Diyarbakır evlerinden birinde.
Asıl adım, Ahmed Önal. Ahmed Arif olarak bilinirim. Öz anamın adı, Sayre. Kürt'tür. İki yaşındayken kaybettim onu, kardeşimin doğumu sırasında. Beni büyüten, emziren, yedirip içiren, eğiten Arife Anamdır. Babam, Kerküklü Arif Hikmet. Kürt değildir. Rivayete göre, babamın büyük babası Rumeli’den göçmüş buralara. Babamın sivil hayattaki son görevi, nahiye müdürlüğü. Bu üçünü de çok severim; hayatta laf söyletmem onlara. Hatta bir keresinde, nezarethanede polis, anama babama sövdü, aynı dille karşılık verdim ona; tabi cezayı kesti hemen ama olsun yinede yutmadım savurduğu küfrü.
İlkokulu Diyarbakır Siverek İlkokulunda okudum. Hatırlıyorum o dönemde “Vatandaş Türkçe Konuş” kampanyası başlatılmıştı. Türkçe konuşmayanlar ya da konuşamayanlar, karakola götürülüp dövülüyordu. Tam olarak hatırlamıyorum ama galiba 1934 yılıydı. Karakolun önene birini yatırmışlar, adam çıplak. Polis öldüresiye dövüyor adamı. Adam “Ya Muhammed” diye bağırıyor durmadan. Bağırmasından adamın Arap olduğunu anladık. Çünkü Türk, Kürt ya da Zaza olsaydı başka türlü bağırırdı. Biz çocuklar, aşağı yukarı yetmiş-seksen metre daha yukarıdayız; hepimizin elinde ip sapan. Anlaştık aramızda ve polislere bıraktık taşları; Arab’ı vurmamaya da gayret ettik tabi. Sapanlarla iki polisi yıktık yere, sonrada başladık kaçmaya. Akşama herkes bizden söz ediyordu mahallede.
Ortaokulu da Urfa’da okudum. Liseyi ise yatılı olarak, Afyon Lisesinde. Bütün okul hayatımda, tanıdığım en yetenekli, en yiğit, en mert, en bilgili adamlar o lisedeydi. İşte o yıllar… Yıl 1943 olmalı… Taş çatlasa 16–17 yaşındayım. Durmadan şiir yazıyorum. Bir dergi, Seçme Şiirler Demeti adıyla kuşe kâğıda basılıyor. Bir sayfanın sol başında Neyzen Tevfik, sağ başında Ahmed Arif. Ben Neyzen Tevfik’in torunu yaşındayım tabi o zaman hatta daha da küçük. Birde 10 Lira geliyor bana dergiden, telif hakkı. Düşünün Babam bana ayda 5 lira gönderebiliyor. O yüzden 10 Lira büyük paraydı o zaman için.
İlk şiirim, 1942 yılında Afyon Halkevi dergisi, Taşpınar’ın kasım sayısında yayınlandı. Şiirimin ismi “Gözlerin”
Gözlerim maviliğin ruhudur.
Fecirlerin tebessümü içer.
Berraklığında ilah çocukları uyur
Ve emer sukutu beyaz gölgeler.
Aslında bu şiiri, ortaokulda yazmıştım ama son düzeltilerini lisede yaptım.
1947 yılı sonbaharında, yüksek öğrenim için Ankara’ya gittim. Dil ve Tarih, Coğrafya, Felsefe Bölümüne kaydımı yaptırdım. Bir yıl sonra Merkez Bankası’nda işe girdim. 1951 yılı Ekim ayında başlatılan “solcu tevkifatı’nda” iş yerimden alınarak götürüldüm, bunun yüzünden de eğitimi mi tamamlayamadım. Dokuz gün işkenceye mahruz kaldım. Benden, para toplayarak komünistlere dağıttığıma dair bir belgeyi imzalamamı istediler. Daha sonra soruşturma kapsamında beni İstanbul’a götürdüler; Sansar yan Hanında bir hücreye attılar beni. Orada bulduğum bir kibrit çöpüyle duvarda bir takvim oluşturdum. Doğru mu bilmiyorum ama tam 128 gün saydım. İşkenceler çok kötüydü, iddia ediyorum bana yapılan işkence kimseye yapılmamıştır bu ülkede. Çıldırmak üzereydim, sesler duyuyordum. İnsanın bazı duyuları çalışmadığında çalışan duyular eskisinden daha fazla çalışıyor. Benimde hücrede görme duyum çalışmıyordum çünkü hep karanlıktı, çığlıklar, haykırmalar duymaya başladım. Sonra dedim ki “Oğlum Ahmed burada delirirsin filan arkandan söylenti çıkarırlar, korkusundan delirdi diye kalk önüne geç bunun” ve sonra bileklerimi kestim. Sonrasını hatırlamıyorum, hastanede uyandım; zar zor yetiştirmişler. Garip… Hem işkence ediyorlar, içerde bile acı çektirmek için o kadar uğraşıyorlar hem de ölmeme izin vermeyip beni hastaneye yetiştiriyorlar. Sakın onarlın yaptığını iyilik ya da insanlık olarak algılamayın. Daha fazla acı çektirmek için beni yaşattıklarını öğrenmem uzun sürmüyor. İyileşip hücreye tekrar atılmamdan sonra, bir gece yıldırım bir telgraf geliyor bana, Anamdan. Şöyle diyor “Baban öldü, cenaze yerde kaldı, ben oralara gelemiyorum. İmza: Annen Arife. O an telgrafı okur okumaz neler yaptığımı anlatmak istemiyorum. Gençler bilmesin bunları. Ama öyle demoralize olmuşum ki hemen hastaneye yetiştiriyorlar. Daha sonra bu telgrafın düzmece olduğunu doktordan öğreniyorum. Meğerse Anam bana hiç telgraf çekmemiş.
Babamı 1953 yılında kaybettim, hala içerdeyim o vakit. Ama benim tutuklandığımı hiç bilmedi babam, başından beri benim Avrupa’da olduğumu sanıyordu.
TCK’nin 141. Maddesine ihlalden toplam 38 ay tutuklu kaldım. Tekrar ediyorum 141. Maddeye ihlalden. Nedir 141. Madde? Zilyedinin rızası olmadan başkasına ait taşınır bir malı, kendisine veya başkasına bir yarar sağlamak maksadıyla bulunduğu yerden alan kimseye bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası verilir. Yani bana 1951 de zorla imzalattırdıkları belge. Düzmece kişilerin, düzmece tanıklarla desteklendiği, düzmece bir mahkeme tarafından, düzmece bir suçun kabulü, benim tam 38 ayıma mal oldu. 7 Ekim 1954’te tahliye edildim, tabutluktan yattığım 17 günün neticesi sağ omzumdaki ağrıyla. Hala çekerim o ağrıyı.
1956’ dan itibaren Medeniyet, Öncü ve son olarak Halkçı gazetelerinde düzeltmenlik yaptım. Şiirlerim başta Pazar Postası olmak üzere birçok dergi ve gazetede yayınlandı. İlk ve tek şiir kitabım Hasretinden Prangalar Eskittim ’i 1968 yılında çıkardım. Tek kitabımdı ama tam 20 senemi verdim o kitaba. Sonraki baskılarla eklenmiş şiirleri sayarsak tam 50 yıl. Şiirlerim kısa zamanda devrimciler, bilim adamları, gazeteciler, aydınlar ve üniversite öğrencileri arasında çok sevildi, bunu kitabımın baskı üzerine baskı yapmasından idrak ediyorum. Şüphesiz şiirlerim 1971 ve 1980 darbelerinde tutuklanan gençlere ve aydınlara dayanak oldu.
Emekliliğimden sonra Ankara’daki mütevazı evime çekildim. Gösteriş ve gürültüden uzak durmuşumdur hep, çünkü ben doğuluyum. Az gelişmiş değil, sömürülmek için kasıtlı olarak geri bırakılmış bir ülkenin aşiret töreleriyle yetişmiş bir çocuğuyum.
1983’te Anam Arife Önal’ı kaybettim. Okumamıştı ama… Pardon, okumamış yanlış oldu. Okutulmamıştı ama şirin bir kadındı. Bir keresinde komşularıyla toplanmışlar muhabbet ediyorlar. Komşu kadılar sürekli oğullarıyla övünüyorlarmış “Benim oğlum İzmir’e gitti doktor oldu. Benim oğlum İstanbul’a gitti mühendis oldu. Büyük oğlum Bursa’ ya gitti mimar oldu” diye. Anam altta kalır mı? Oda “Benim oğlumda Ankara’ya gitti komünist oldu” demiş. Garip anam ne bilsin, komünistliği de doktorluk, mühendislik gibi bir meslek zannediyor.
Asıl adım Ahmed Önal, Ahmed Arif olarak bilinirim. Yaşamım boyunca hakkı aradım; ezilenin ve güçsüzün yanında durdum. Memleketlilerim sömürülmesin, memleketlilerim kullanılmasın, memleketlilerim ölmesin diye konuştum. Eşitlik için yazdım, eşitlik için söyledim, eşitlik için dayak yedim, eşitlik için sövdüm. O günleri göremeyeceğimi bilsem de birilerine o günleri gösterebilmek için öldüm.
---------------------------------------
Ozan Deniz Sarıtop Kimdir
Ozan Deniz Sarıtop Hayatı
Kürt asıllı filozof, bilim adamı ve şairdir.
05 Mart 1982 yılında Diyarbakır'ın Kulp (Pasur) ilçesinde doğdu.
Okul hayatına Kulp (Pasur) ilçesinde başladı. Lise öğrenimini 1998'de tamamladıktan sonra İstanbul'a yerleşti.
Düşünce ve fikir anlayışıyla şiirelerinde geleneksel yaşam standartların üzerinde evrensel bir dil motife etti.
Ozan Deniz'in şiirleri, bazen bir bebenin ninnisi, bazen hasreti sineye çekmiş bir annenin feryadı ve bazen de zülme karşı direnen yiğitlerin akıl almaz hikayesidir. Hayatın bütün karelerini çarpıklıklarıyla ele alan şair, yaşam ve ölüm arasındaki çizgiyi ince ayrıntılarla anlatmaktadır.
Ozan Deniz Saritop
is a Kurdish poet.
He was born in Kulp (Pasur) district of Diyarbakir on 05 March 1982. He started his school life in Kulp (Pasur) . After completing his high school education in 1998, he moved to Istanbul.
With his understanding of thoughts and ideas, in his poems he has designed a universal language which is above the traditional life standards.
His poems are sometimes a lullaby of a baby, sometimes a mother’s cry who misses her son or daughter so much and sometimes an incredible story of the heroes resisting oppression.
Dealing with all the aspects of life with all its distortion, the poet explains the line between life and death in detail.
-------------------------------------------------
Yılmaz Odabaşı Kimdir
Yılmaz Odabaşı Hayatı
1962 Diyarbakır doğumlu.Ögretmen bir ailenin ilk çocuğu.İlk öğrenimini Diyarbakır, Ankara ve Gaziantep'te, Orta öğrenimini Diyarbakır Lisesi'nde tamamladı. İzmir Hukuk Fakültesi’ndeki öğrenimini-1980 12 Eylül'ü tutuklanınca -sürdüremedi. Diyarbakır Askeri Cezaevi’nde bir yıl hapis yattı.Hapisten çıkınca bir süre bir ilaç firmasında Güneydoğu temsilciliği ve Diyarbakır'da bir yıl kitapçılık yaptı.
1986'da gazeteciliğe başladı.1986-94 yılları arası Diyarbakır'da Akajans Muhabirliği, UBA (Ulusal Basın Ajansı) Diyarbakır temsilciliği, Ortadoğu Haber Ajansı Haber Müdürlüğü, 2000’e Doğru Dergisi Diyarbakır büro şefliği ve Türkish Daily News Gazetesi Güneydoğu temsilciliği yaptı.Ayrıca 'Sokak, Gerçek, Söz, Aktüel, 2000'e Doğru, Exspress, Birikim gibi pek çok süreli yayında telif haberler, yazılar yazdı.1994 yılında gazeteciliği bırakarak Ankara’ya yerleşti; aynı yıl 'yılın gazetecisi ödülü' aldı.
1981’den 2002 yılına dek Türkiye ve yurtdışında çok sayıda dergide iki yüz kadar şiiri yayınlandı ve edebiyatın hemen her türünde yazdı.Bir dönem Özgür Gündem (1992) , günlük Aydınlık (1993-94) , Siyah Beyaz (1995-96) ve Birgün Gazetelerii'nde de(2004) köşe yazıları yazdı.1996-98 yılları Cumhuriyet Gazetesi ve Kitap Eki'nde, 1998'de Radikal Kültür-sanat sayfasında, 2004'te bir süre Radikal İki'de, 2006'da Evrensel Gazetesi'nde yazdı.Daha sonra güncel yazmayı bıraktı.
İlk şiir kitabı Siste Kalabalıklar 1985’te, ilk hikaye kitabı Kül Aşklar 1991’de yayınlandı. Şiirleri çeşitli dillere çevrildi; 1992'de Irak’ın Duhok ve Almanya’nın Köln kentlerinde iki kitabı, 2005'te AB sponsorluğunda Munster Literature Centre adlı yayın merkezi tarafından bütün şiirlerinden oluşan bir derleme Everything But You adıyla İngilizce, Feride adlı şiir kitabı Çetin Toprak’ın çevirisiyle Kürtçe, Alpay Kısabacak çevirisiyle Almanca olarak yayınlandı.
2000 yılından itibaren ödüllere katılmadı, şiir ödülü seçici kurullarında yer almadı.1994-2000 yılları arasında yazdıkları ve söyledikleri için “Düşünce suçu” mahkumiyetleri nedeniyle Ankara Ulucanlar ve Haymana Cezaevleri ile, Bursa E Tipi ve Tekirdağ Saray Kapalı Cezaevleri'nde yattı... Yılmaz Odabaşı’nın şiirleri hakkında değişik üniversitelerde hazırlanıp onaylanan lisans tezlerinin yanı sıra, yaşam öyküsünü ve bibliyografyasını konu edinen ve Dr. Ömer Uluçay’ın kaleme aldığı Asi ve Yalnız Yılmaz Odabaşı adlı bir inceleme kitabı yayınlandı.
Başta Avrupa Yazarlar Parlamentosu ve Internatıonal P.E.N. olmak üzere Uluslararası birçok yazar ve gazeteci örgütünün üyesi olan Yılmaz Odabaşı, Türkiye’ de ise 2000 yılından beri hiçbir yazar örgütüne üye olmayıp, sadece Mesam üyesi ve Nazım Hikmet Vakfı’ nın Yönetim Kurulu Üyesidir.1991’den beri yazmaktan başka bir iş tutmayan Odabaşı, çocuk kitapları, film öyküleri ve sinopsisler, hikaye, araştırma-inceleme dahil edebiyatın hemen her türünde yazıyor, ayrıca yağlıboya ve yakma resim çiziyor, fotoğraf çekiyor ve halen İstanbul'da yaşıyor.
ESERLERİ
Yurtsuz Şiirler (1987)
Reşo, Talan İklimi (1987)
Aynı Göğün Ezgisi (1988)
Feride (1990)
Her Ömür Kendi Gençliğinden Vurulur (1992)
Günlerin Çarmıhında (1994)
Cehennem Bileti (1995)
Aşk Bize Küstü (1997)
Siste Kalabalıklar (1979-1984 şiirleri)
----------------------------------------------------
A. Hicri İzgören Kimdir
A. Hicri İzgören Hayatı
1950 yılında Siverek'te doğdu. İlk ve ortaokulu Siverek'te, liseyi Diyarbakır'da okudu. Diyarbakır Eğitim Enstitüsü Sosyal Bilimler Bölümü'nü bitirdi. Bir süre maliye teşkilatında çalıştı, daha sonra öğretmenliği seçti. İlk kitabı Acıyla Diri'nin yayımlanması üzerine 1981 yılında Diyarbakır'da gözaltına alındı. Ardından Kırşehir'e sürgün edildi. Halen Diyarbakır'da öğretmenlik yapıyor.
1980 yılından bu yana; Edebiyat 81, İmece, Su, Oluşum, Varlık, Temmuz, Dönemeç, Düşlem, Evrensel Kültür, Sanat Rehberi, Yeni Biçem, Yaratım, Yom Sanat dergilerinde şiirler yayımlandı.
Yapıtları:
Acıyla Diri, 1981; Sessizliğin Sağanağı, 1984; Verilmiş Sözdür, 1987; Bedeli Ödenmiştir, 1992; Ve Öteki (İlk 4 kitabından seçmeler), 1998, Suç Duyurusu, 1999
Ödülleri:
Tansaş "9 Eylül Şiir Yarışması" Üçüncülük Ödülü (1989)
Tayad "Şiirler Yaşamımızdır Yarışması" Üçüncülük Ödülü (1989)
Petrol-İş "İnsan Hakları-Ekmek Barış Özgürlük" Şiir Birincilik Ödülü (1989)
Mavi Derinlik-Kuşadası Belediyesi Kültür Etkinlikleri Şiir İkincilik Ödülü (1991)
21. Yarımca Altın Kiraz Festivali Şiir Birincilik Ödülü (1992)
İsveç Hümanist Enternasyonal (Efos Universal Cul-ture House) Şiir İkincilik Ödülü (1992).
------------------------------------------------
Cahit Sıtkı Tarancı Kimdir
Cahit Sıtkı Tarancı Hayatı
Asıl adı Hüseyin Cahit olan Tarancı, 4 Ekim 1910’da, Diyarbakır'ın, Camii Kebir Mahallesi’nde dünyaya geldi.
İlkokulu Diyarbakır’da bitirip, ortaokulu İstanbul’da Saint Joseph’te okumasının ardından, liseyi okumak için Galatasaray’a geçen Tarancı, sonradan yakın dost olacağı Ziya Osman Saba ile bu okulda tanıştı. Mülkiye Mektebi'nde başladığı, ancak başarı gösteremediği yüksek öğrenimini, o sırada Cumhuriyet Gazetesi’nde yayınlanmaya başlayan hikayelerinden kazandığı parayla Paris'te, Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde tamamlamak istemesine rağmen, İkinci Dünya Savaşı'nın başlaması üzerine, Türkiye’ye dönmek zorunda kaldı.
Askerliğini yaptıktan sonra, Anadolu Ajansı ve Çalışma Bakanlığı'nda çevirmen olarak çalışan Tarancı, Baudelaire’in eserlerini de çevirmiştir.
Edebiyat dünyasında ilk defa, 1930 yıllında dikkatleri üzerinde çeken Tarancı’nın, ilk şiiri Servet-i Fünun Dergisi’nde yayınlandı.
Cumhuriyet döneminin önemli şairlerinden olan Tarancı, şiir yazmaya, lise yıllarında başladı. Batı’nın etkisinde kalan şairlerimizden olan Tarancı’nın, şiirinde divan edebiyatının etkisine rastlanmaz. Daha çok, halk şiirinine yakın gösterilebilecek bir tarzı olan şairin, Fransız okullarında okumuş olması, ilk şiirlerindeki, Fransız şairlerin üsluplarıyla benzerliklerin sebebidir.
Otuz Beş Yaş şiirinin, 1946’da, Cumhuriyet Halk Partisi’nin düzenlediği, yarışmada birincilik kazanmasıyla ününü pekiştiren ve Cumhuriyet Dönemi’nin önemli şairleri arasına giren Tarancı'nın, şiirlerinin en önemli özelliklerinden biri de, açık ve sade bir üsluba sahip olmalarıdır.
Hececi şiir geleneğini sürdürenlerden biri olan ve şiirin, kelimelerle güzel şekiller kurma sanatı olduğunu savunan Tarancı, şiirde ses güzelliğine değer verirdi.
Şiirlerinde, yaşama sevincini ve aşkın güzelliğini vurgulayan, ölümün üstünlüğünü irdeleyen şair, anlatım gücüyle dikkat çekti. Ölüm korkusuna neredeyse her şiirinde yer veren ve ölümü kabullenemeyen Tarancı’nın, şiirlerine sürekli bir bunalım, hoşnutsuzluk, sıkkınlık hakimdir.
"Sanat için sanat" ilkesine bağlı kalarak yazdığı şiirlerin konuları arasında, sevdalar, yalnızlık, kaçış, yaşadığı hayatın buruklukları, çocukluk özlemi de olan Tarancı’nın eserlerinde, kendinden başkasının adı geçmez. Kişisel şiirler yazan Tarancı da şiirlerinde, Ahmet Haşim gibi, çirkinliğinden ve sevilmediğinden yakınır.
Şiir hakkındaki düşüncelerini, çeşitli makale ve denemelerle gazetelerde belirten ve Ömrümde Sükût (1933), Otuz Beş Yaş (1946), Düşten Güzel (1952), Sonrası (1957), Ziya'ya Mektuplar (1957) ve Bütün Şiirleri (1983) adlı kitaplarda eserleri birleştirilen şairin, arkadaşı Ziya Osman Saba'ya yazdığı mektuplar da yazarı tanıma açısından önemlidir.
Aralık 1954’te ağır bir akciğer hastalığına yakalanan ve tedavisi Türkiye’de yapılamayacağı için Viyana'ya giden Cahit Sıtkı Tarancı, 13 Ekim 1956’da, burada vefatının ardından, Ankara'ya getirilerek, toprağa verildi.
Tarancı ölümünden sonra, 1957’de, Varlık Dergisi tarafından düzenlenen bir ankette, en beğenilen yazar seçilmiştir.
Sezai Karakoç
Ahmed Arif
Ozan Deniz Sarıtop
Yılmaz Odabaşı
A. Hicri İzgören
Cahit Sıtkı Tarancı
Ahmed Arif Kimdir
Ahmed Arif Hayatı
Anlatılanlara göre, 1927 Nisan ayının 21. Gününde doğmuşum, Diyarbakır’da Yağcı sokak 7 nolu evde. Yani, yazlık ve kışlık odalarıyla, geniş avlusuyla, bahçesiyle dönemin tipik Diyarbakır evlerinden birinde.
Asıl adım, Ahmed Önal. Ahmed Arif olarak bilinirim. Öz anamın adı, Sayre. Kürt'tür. İki yaşındayken kaybettim onu, kardeşimin doğumu sırasında. Beni büyüten, emziren, yedirip içiren, eğiten Arife Anamdır. Babam, Kerküklü Arif Hikmet. Kürt değildir. Rivayete göre, babamın büyük babası Rumeli’den göçmüş buralara. Babamın sivil hayattaki son görevi, nahiye müdürlüğü. Bu üçünü de çok severim; hayatta laf söyletmem onlara. Hatta bir keresinde, nezarethanede polis, anama babama sövdü, aynı dille karşılık verdim ona; tabi cezayı kesti hemen ama olsun yinede yutmadım savurduğu küfrü.
İlkokulu Diyarbakır Siverek İlkokulunda okudum. Hatırlıyorum o dönemde “Vatandaş Türkçe Konuş” kampanyası başlatılmıştı. Türkçe konuşmayanlar ya da konuşamayanlar, karakola götürülüp dövülüyordu. Tam olarak hatırlamıyorum ama galiba 1934 yılıydı. Karakolun önene birini yatırmışlar, adam çıplak. Polis öldüresiye dövüyor adamı. Adam “Ya Muhammed” diye bağırıyor durmadan. Bağırmasından adamın Arap olduğunu anladık. Çünkü Türk, Kürt ya da Zaza olsaydı başka türlü bağırırdı. Biz çocuklar, aşağı yukarı yetmiş-seksen metre daha yukarıdayız; hepimizin elinde ip sapan. Anlaştık aramızda ve polislere bıraktık taşları; Arab’ı vurmamaya da gayret ettik tabi. Sapanlarla iki polisi yıktık yere, sonrada başladık kaçmaya. Akşama herkes bizden söz ediyordu mahallede.
Ortaokulu da Urfa’da okudum. Liseyi ise yatılı olarak, Afyon Lisesinde. Bütün okul hayatımda, tanıdığım en yetenekli, en yiğit, en mert, en bilgili adamlar o lisedeydi. İşte o yıllar… Yıl 1943 olmalı… Taş çatlasa 16–17 yaşındayım. Durmadan şiir yazıyorum. Bir dergi, Seçme Şiirler Demeti adıyla kuşe kâğıda basılıyor. Bir sayfanın sol başında Neyzen Tevfik, sağ başında Ahmed Arif. Ben Neyzen Tevfik’in torunu yaşındayım tabi o zaman hatta daha da küçük. Birde 10 Lira geliyor bana dergiden, telif hakkı. Düşünün Babam bana ayda 5 lira gönderebiliyor. O yüzden 10 Lira büyük paraydı o zaman için.
İlk şiirim, 1942 yılında Afyon Halkevi dergisi, Taşpınar’ın kasım sayısında yayınlandı. Şiirimin ismi “Gözlerin”
Gözlerim maviliğin ruhudur.
Fecirlerin tebessümü içer.
Berraklığında ilah çocukları uyur
Ve emer sukutu beyaz gölgeler.
Aslında bu şiiri, ortaokulda yazmıştım ama son düzeltilerini lisede yaptım.
1947 yılı sonbaharında, yüksek öğrenim için Ankara’ya gittim. Dil ve Tarih, Coğrafya, Felsefe Bölümüne kaydımı yaptırdım. Bir yıl sonra Merkez Bankası’nda işe girdim. 1951 yılı Ekim ayında başlatılan “solcu tevkifatı’nda” iş yerimden alınarak götürüldüm, bunun yüzünden de eğitimi mi tamamlayamadım. Dokuz gün işkenceye mahruz kaldım. Benden, para toplayarak komünistlere dağıttığıma dair bir belgeyi imzalamamı istediler. Daha sonra soruşturma kapsamında beni İstanbul’a götürdüler; Sansar yan Hanında bir hücreye attılar beni. Orada bulduğum bir kibrit çöpüyle duvarda bir takvim oluşturdum. Doğru mu bilmiyorum ama tam 128 gün saydım. İşkenceler çok kötüydü, iddia ediyorum bana yapılan işkence kimseye yapılmamıştır bu ülkede. Çıldırmak üzereydim, sesler duyuyordum. İnsanın bazı duyuları çalışmadığında çalışan duyular eskisinden daha fazla çalışıyor. Benimde hücrede görme duyum çalışmıyordum çünkü hep karanlıktı, çığlıklar, haykırmalar duymaya başladım. Sonra dedim ki “Oğlum Ahmed burada delirirsin filan arkandan söylenti çıkarırlar, korkusundan delirdi diye kalk önüne geç bunun” ve sonra bileklerimi kestim. Sonrasını hatırlamıyorum, hastanede uyandım; zar zor yetiştirmişler. Garip… Hem işkence ediyorlar, içerde bile acı çektirmek için o kadar uğraşıyorlar hem de ölmeme izin vermeyip beni hastaneye yetiştiriyorlar. Sakın onarlın yaptığını iyilik ya da insanlık olarak algılamayın. Daha fazla acı çektirmek için beni yaşattıklarını öğrenmem uzun sürmüyor. İyileşip hücreye tekrar atılmamdan sonra, bir gece yıldırım bir telgraf geliyor bana, Anamdan. Şöyle diyor “Baban öldü, cenaze yerde kaldı, ben oralara gelemiyorum. İmza: Annen Arife. O an telgrafı okur okumaz neler yaptığımı anlatmak istemiyorum. Gençler bilmesin bunları. Ama öyle demoralize olmuşum ki hemen hastaneye yetiştiriyorlar. Daha sonra bu telgrafın düzmece olduğunu doktordan öğreniyorum. Meğerse Anam bana hiç telgraf çekmemiş.
Babamı 1953 yılında kaybettim, hala içerdeyim o vakit. Ama benim tutuklandığımı hiç bilmedi babam, başından beri benim Avrupa’da olduğumu sanıyordu.
TCK’nin 141. Maddesine ihlalden toplam 38 ay tutuklu kaldım. Tekrar ediyorum 141. Maddeye ihlalden. Nedir 141. Madde? Zilyedinin rızası olmadan başkasına ait taşınır bir malı, kendisine veya başkasına bir yarar sağlamak maksadıyla bulunduğu yerden alan kimseye bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası verilir. Yani bana 1951 de zorla imzalattırdıkları belge. Düzmece kişilerin, düzmece tanıklarla desteklendiği, düzmece bir mahkeme tarafından, düzmece bir suçun kabulü, benim tam 38 ayıma mal oldu. 7 Ekim 1954’te tahliye edildim, tabutluktan yattığım 17 günün neticesi sağ omzumdaki ağrıyla. Hala çekerim o ağrıyı.
1956’ dan itibaren Medeniyet, Öncü ve son olarak Halkçı gazetelerinde düzeltmenlik yaptım. Şiirlerim başta Pazar Postası olmak üzere birçok dergi ve gazetede yayınlandı. İlk ve tek şiir kitabım Hasretinden Prangalar Eskittim ’i 1968 yılında çıkardım. Tek kitabımdı ama tam 20 senemi verdim o kitaba. Sonraki baskılarla eklenmiş şiirleri sayarsak tam 50 yıl. Şiirlerim kısa zamanda devrimciler, bilim adamları, gazeteciler, aydınlar ve üniversite öğrencileri arasında çok sevildi, bunu kitabımın baskı üzerine baskı yapmasından idrak ediyorum. Şüphesiz şiirlerim 1971 ve 1980 darbelerinde tutuklanan gençlere ve aydınlara dayanak oldu.
Emekliliğimden sonra Ankara’daki mütevazı evime çekildim. Gösteriş ve gürültüden uzak durmuşumdur hep, çünkü ben doğuluyum. Az gelişmiş değil, sömürülmek için kasıtlı olarak geri bırakılmış bir ülkenin aşiret töreleriyle yetişmiş bir çocuğuyum.
1983’te Anam Arife Önal’ı kaybettim. Okumamıştı ama… Pardon, okumamış yanlış oldu. Okutulmamıştı ama şirin bir kadındı. Bir keresinde komşularıyla toplanmışlar muhabbet ediyorlar. Komşu kadılar sürekli oğullarıyla övünüyorlarmış “Benim oğlum İzmir’e gitti doktor oldu. Benim oğlum İstanbul’a gitti mühendis oldu. Büyük oğlum Bursa’ ya gitti mimar oldu” diye. Anam altta kalır mı? Oda “Benim oğlumda Ankara’ya gitti komünist oldu” demiş. Garip anam ne bilsin, komünistliği de doktorluk, mühendislik gibi bir meslek zannediyor.
Asıl adım Ahmed Önal, Ahmed Arif olarak bilinirim. Yaşamım boyunca hakkı aradım; ezilenin ve güçsüzün yanında durdum. Memleketlilerim sömürülmesin, memleketlilerim kullanılmasın, memleketlilerim ölmesin diye konuştum. Eşitlik için yazdım, eşitlik için söyledim, eşitlik için dayak yedim, eşitlik için sövdüm. O günleri göremeyeceğimi bilsem de birilerine o günleri gösterebilmek için öldüm.
---------------------------------------
Ozan Deniz Sarıtop Kimdir
Ozan Deniz Sarıtop Hayatı
Kürt asıllı filozof, bilim adamı ve şairdir.
05 Mart 1982 yılında Diyarbakır'ın Kulp (Pasur) ilçesinde doğdu.
Okul hayatına Kulp (Pasur) ilçesinde başladı. Lise öğrenimini 1998'de tamamladıktan sonra İstanbul'a yerleşti.
Düşünce ve fikir anlayışıyla şiirelerinde geleneksel yaşam standartların üzerinde evrensel bir dil motife etti.
Ozan Deniz'in şiirleri, bazen bir bebenin ninnisi, bazen hasreti sineye çekmiş bir annenin feryadı ve bazen de zülme karşı direnen yiğitlerin akıl almaz hikayesidir. Hayatın bütün karelerini çarpıklıklarıyla ele alan şair, yaşam ve ölüm arasındaki çizgiyi ince ayrıntılarla anlatmaktadır.
Ozan Deniz Saritop
is a Kurdish poet.
He was born in Kulp (Pasur) district of Diyarbakir on 05 March 1982. He started his school life in Kulp (Pasur) . After completing his high school education in 1998, he moved to Istanbul.
With his understanding of thoughts and ideas, in his poems he has designed a universal language which is above the traditional life standards.
His poems are sometimes a lullaby of a baby, sometimes a mother’s cry who misses her son or daughter so much and sometimes an incredible story of the heroes resisting oppression.
Dealing with all the aspects of life with all its distortion, the poet explains the line between life and death in detail.
-------------------------------------------------
Yılmaz Odabaşı Kimdir
Yılmaz Odabaşı Hayatı
1962 Diyarbakır doğumlu.Ögretmen bir ailenin ilk çocuğu.İlk öğrenimini Diyarbakır, Ankara ve Gaziantep'te, Orta öğrenimini Diyarbakır Lisesi'nde tamamladı. İzmir Hukuk Fakültesi’ndeki öğrenimini-1980 12 Eylül'ü tutuklanınca -sürdüremedi. Diyarbakır Askeri Cezaevi’nde bir yıl hapis yattı.Hapisten çıkınca bir süre bir ilaç firmasında Güneydoğu temsilciliği ve Diyarbakır'da bir yıl kitapçılık yaptı.
1986'da gazeteciliğe başladı.1986-94 yılları arası Diyarbakır'da Akajans Muhabirliği, UBA (Ulusal Basın Ajansı) Diyarbakır temsilciliği, Ortadoğu Haber Ajansı Haber Müdürlüğü, 2000’e Doğru Dergisi Diyarbakır büro şefliği ve Türkish Daily News Gazetesi Güneydoğu temsilciliği yaptı.Ayrıca 'Sokak, Gerçek, Söz, Aktüel, 2000'e Doğru, Exspress, Birikim gibi pek çok süreli yayında telif haberler, yazılar yazdı.1994 yılında gazeteciliği bırakarak Ankara’ya yerleşti; aynı yıl 'yılın gazetecisi ödülü' aldı.
1981’den 2002 yılına dek Türkiye ve yurtdışında çok sayıda dergide iki yüz kadar şiiri yayınlandı ve edebiyatın hemen her türünde yazdı.Bir dönem Özgür Gündem (1992) , günlük Aydınlık (1993-94) , Siyah Beyaz (1995-96) ve Birgün Gazetelerii'nde de(2004) köşe yazıları yazdı.1996-98 yılları Cumhuriyet Gazetesi ve Kitap Eki'nde, 1998'de Radikal Kültür-sanat sayfasında, 2004'te bir süre Radikal İki'de, 2006'da Evrensel Gazetesi'nde yazdı.Daha sonra güncel yazmayı bıraktı.
İlk şiir kitabı Siste Kalabalıklar 1985’te, ilk hikaye kitabı Kül Aşklar 1991’de yayınlandı. Şiirleri çeşitli dillere çevrildi; 1992'de Irak’ın Duhok ve Almanya’nın Köln kentlerinde iki kitabı, 2005'te AB sponsorluğunda Munster Literature Centre adlı yayın merkezi tarafından bütün şiirlerinden oluşan bir derleme Everything But You adıyla İngilizce, Feride adlı şiir kitabı Çetin Toprak’ın çevirisiyle Kürtçe, Alpay Kısabacak çevirisiyle Almanca olarak yayınlandı.
2000 yılından itibaren ödüllere katılmadı, şiir ödülü seçici kurullarında yer almadı.1994-2000 yılları arasında yazdıkları ve söyledikleri için “Düşünce suçu” mahkumiyetleri nedeniyle Ankara Ulucanlar ve Haymana Cezaevleri ile, Bursa E Tipi ve Tekirdağ Saray Kapalı Cezaevleri'nde yattı... Yılmaz Odabaşı’nın şiirleri hakkında değişik üniversitelerde hazırlanıp onaylanan lisans tezlerinin yanı sıra, yaşam öyküsünü ve bibliyografyasını konu edinen ve Dr. Ömer Uluçay’ın kaleme aldığı Asi ve Yalnız Yılmaz Odabaşı adlı bir inceleme kitabı yayınlandı.
Başta Avrupa Yazarlar Parlamentosu ve Internatıonal P.E.N. olmak üzere Uluslararası birçok yazar ve gazeteci örgütünün üyesi olan Yılmaz Odabaşı, Türkiye’ de ise 2000 yılından beri hiçbir yazar örgütüne üye olmayıp, sadece Mesam üyesi ve Nazım Hikmet Vakfı’ nın Yönetim Kurulu Üyesidir.1991’den beri yazmaktan başka bir iş tutmayan Odabaşı, çocuk kitapları, film öyküleri ve sinopsisler, hikaye, araştırma-inceleme dahil edebiyatın hemen her türünde yazıyor, ayrıca yağlıboya ve yakma resim çiziyor, fotoğraf çekiyor ve halen İstanbul'da yaşıyor.
ESERLERİ
Yurtsuz Şiirler (1987)
Reşo, Talan İklimi (1987)
Aynı Göğün Ezgisi (1988)
Feride (1990)
Her Ömür Kendi Gençliğinden Vurulur (1992)
Günlerin Çarmıhında (1994)
Cehennem Bileti (1995)
Aşk Bize Küstü (1997)
Siste Kalabalıklar (1979-1984 şiirleri)
----------------------------------------------------
A. Hicri İzgören Kimdir
A. Hicri İzgören Hayatı
1950 yılında Siverek'te doğdu. İlk ve ortaokulu Siverek'te, liseyi Diyarbakır'da okudu. Diyarbakır Eğitim Enstitüsü Sosyal Bilimler Bölümü'nü bitirdi. Bir süre maliye teşkilatında çalıştı, daha sonra öğretmenliği seçti. İlk kitabı Acıyla Diri'nin yayımlanması üzerine 1981 yılında Diyarbakır'da gözaltına alındı. Ardından Kırşehir'e sürgün edildi. Halen Diyarbakır'da öğretmenlik yapıyor.
1980 yılından bu yana; Edebiyat 81, İmece, Su, Oluşum, Varlık, Temmuz, Dönemeç, Düşlem, Evrensel Kültür, Sanat Rehberi, Yeni Biçem, Yaratım, Yom Sanat dergilerinde şiirler yayımlandı.
Yapıtları:
Acıyla Diri, 1981; Sessizliğin Sağanağı, 1984; Verilmiş Sözdür, 1987; Bedeli Ödenmiştir, 1992; Ve Öteki (İlk 4 kitabından seçmeler), 1998, Suç Duyurusu, 1999
Ödülleri:
Tansaş "9 Eylül Şiir Yarışması" Üçüncülük Ödülü (1989)
Tayad "Şiirler Yaşamımızdır Yarışması" Üçüncülük Ödülü (1989)
Petrol-İş "İnsan Hakları-Ekmek Barış Özgürlük" Şiir Birincilik Ödülü (1989)
Mavi Derinlik-Kuşadası Belediyesi Kültür Etkinlikleri Şiir İkincilik Ödülü (1991)
21. Yarımca Altın Kiraz Festivali Şiir Birincilik Ödülü (1992)
İsveç Hümanist Enternasyonal (Efos Universal Cul-ture House) Şiir İkincilik Ödülü (1992).
------------------------------------------------
Cahit Sıtkı Tarancı Kimdir
Cahit Sıtkı Tarancı Hayatı
Asıl adı Hüseyin Cahit olan Tarancı, 4 Ekim 1910’da, Diyarbakır'ın, Camii Kebir Mahallesi’nde dünyaya geldi.
İlkokulu Diyarbakır’da bitirip, ortaokulu İstanbul’da Saint Joseph’te okumasının ardından, liseyi okumak için Galatasaray’a geçen Tarancı, sonradan yakın dost olacağı Ziya Osman Saba ile bu okulda tanıştı. Mülkiye Mektebi'nde başladığı, ancak başarı gösteremediği yüksek öğrenimini, o sırada Cumhuriyet Gazetesi’nde yayınlanmaya başlayan hikayelerinden kazandığı parayla Paris'te, Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde tamamlamak istemesine rağmen, İkinci Dünya Savaşı'nın başlaması üzerine, Türkiye’ye dönmek zorunda kaldı.
Askerliğini yaptıktan sonra, Anadolu Ajansı ve Çalışma Bakanlığı'nda çevirmen olarak çalışan Tarancı, Baudelaire’in eserlerini de çevirmiştir.
Edebiyat dünyasında ilk defa, 1930 yıllında dikkatleri üzerinde çeken Tarancı’nın, ilk şiiri Servet-i Fünun Dergisi’nde yayınlandı.
Cumhuriyet döneminin önemli şairlerinden olan Tarancı, şiir yazmaya, lise yıllarında başladı. Batı’nın etkisinde kalan şairlerimizden olan Tarancı’nın, şiirinde divan edebiyatının etkisine rastlanmaz. Daha çok, halk şiirinine yakın gösterilebilecek bir tarzı olan şairin, Fransız okullarında okumuş olması, ilk şiirlerindeki, Fransız şairlerin üsluplarıyla benzerliklerin sebebidir.
Otuz Beş Yaş şiirinin, 1946’da, Cumhuriyet Halk Partisi’nin düzenlediği, yarışmada birincilik kazanmasıyla ününü pekiştiren ve Cumhuriyet Dönemi’nin önemli şairleri arasına giren Tarancı'nın, şiirlerinin en önemli özelliklerinden biri de, açık ve sade bir üsluba sahip olmalarıdır.
Hececi şiir geleneğini sürdürenlerden biri olan ve şiirin, kelimelerle güzel şekiller kurma sanatı olduğunu savunan Tarancı, şiirde ses güzelliğine değer verirdi.
Şiirlerinde, yaşama sevincini ve aşkın güzelliğini vurgulayan, ölümün üstünlüğünü irdeleyen şair, anlatım gücüyle dikkat çekti. Ölüm korkusuna neredeyse her şiirinde yer veren ve ölümü kabullenemeyen Tarancı’nın, şiirlerine sürekli bir bunalım, hoşnutsuzluk, sıkkınlık hakimdir.
"Sanat için sanat" ilkesine bağlı kalarak yazdığı şiirlerin konuları arasında, sevdalar, yalnızlık, kaçış, yaşadığı hayatın buruklukları, çocukluk özlemi de olan Tarancı’nın eserlerinde, kendinden başkasının adı geçmez. Kişisel şiirler yazan Tarancı da şiirlerinde, Ahmet Haşim gibi, çirkinliğinden ve sevilmediğinden yakınır.
Şiir hakkındaki düşüncelerini, çeşitli makale ve denemelerle gazetelerde belirten ve Ömrümde Sükût (1933), Otuz Beş Yaş (1946), Düşten Güzel (1952), Sonrası (1957), Ziya'ya Mektuplar (1957) ve Bütün Şiirleri (1983) adlı kitaplarda eserleri birleştirilen şairin, arkadaşı Ziya Osman Saba'ya yazdığı mektuplar da yazarı tanıma açısından önemlidir.
Aralık 1954’te ağır bir akciğer hastalığına yakalanan ve tedavisi Türkiye’de yapılamayacağı için Viyana'ya giden Cahit Sıtkı Tarancı, 13 Ekim 1956’da, burada vefatının ardından, Ankara'ya getirilerek, toprağa verildi.
Tarancı ölümünden sonra, 1957’de, Varlık Dergisi tarafından düzenlenen bir ankette, en beğenilen yazar seçilmiştir.