Ben o anımı hatırlamıyorum zira büyüklerimin dediklerine göre 10 aylıkken sobelemiş beni çocuk felci. Kendimi bildim bileli cihazım hiç eksik olmadı hayatımda, gölgem gibi ben nereye o da oraya. Çocukken tabii neden piyango bize çıktı sorusunu hepimiz gibi ben de sordum ama sakın çaktırmayın, gençlik yıllarımda asıl endişem evde kalma korkusu ve “evlenecek bir kız bulabilecek miyim” endişesi idi.
Çocukken tabii diğer çocuklar dalga geçerlerdi ama inanın onların “topal” şeklindeki alay dolu sözlerine kızıp da ağladığımı hakikaten hatırlamıyorum.
İyi bir okulda tahsil gördüm yatılı olarak ve bir gün bile bu okulda arkadaşlarım bana sakatlığımı hatırlatacak tek bir söz etmediler ve ben de okulun sonlarına doğru kafamdaki tüm ama tüm endişeleri silip atmıştım. Bu arada imkansızlıklarından imkan yaratarak beni okutan, zorlanmadan iş bulabilmem için yabancı dil öğrenmemi sağlayan anne ve babamı 40 kere sırtımda Hacca götürüp getirsem asla haklarını ödeyemem.
Tabii sakatlığımı kafamdan silip atmamdaki asıl önemli husus şükür mekanizmasının bende gerçekten iyi gelişmiş olması. Her musibette bile bir güzellik ararım, her musibette bile bir hayır vardır derim. Kendimi böyle rahatlatırım. Düşünüyorum da böyle bir yapıya sahip olmasaydım sanırım bu dünya bana zindan olur idi.
Sonra fakülte dönemi ile beraber çalışma hayatı aynı anda başladı. Fakültede de, 30 yıllık iş hayatımda da sakatlığım hiçbir zaman problem teşkil etmedi, bana bu konuda en ufak bir ima dahi olmadı, hakkım gasp edilmedi. Tabii bu esnada ben de kimseye kendimi ezdirmedim zira çalıştım, herkes bir çalışıyorsa ben iki çalıştım kimseye açık kapı bırakmadım, emekliliğimi istediğimde düşünün engellemek için her türlü numara yapıldı (sevdiklerinden emekli olmamı istemiyordu amirlerim) ama dinlemedim.
Sonra evlilik işi geldi başıma. En korktuğum da hiç tanımadığım kızların evlerine gidip kızı görmek, çaktırmadan süzmek idi. Düşünebiliyor musunuz erkek için olduğu kadar hatta daha fazla stres kızda da mevcut. Tanımadığınız elin adamı geliyor anası ve babasıyla sizi yukardan aşağı süzüyor dakikalarca. Ama sakatlık olunca tabii bende bu sıkıntı daha fazla oluyordu ister istemez. Neyse onu da badiresiz atlattık ve ilk gittiğim evden kızı kaptım çıktım, Allah ikinci bir ev gezmesi nasip etmedi bana çok şükür. Hoş bir arkadaşım vardı ve bana “oğlum Fatih ne güzel işte evlere gidiyorsun değişik değişik çörekler börekler yiyorsun sonra da kızları süzüp süzüp iç geçirip çıkıyorsun evden, bundan güzeli olur mu, ben bundan sonra kriterimi değiştiriyorum çörekli börekli kız bakmaya gitmeyeceğim mutlaka yemekli olacak” diye takılıyordu bana.
Ama iş bu kadar kolay değil, stresli bir şey haberiniz olsun. Tabii benim sadece bir ayağım sakat ve geziyorum tozuyorum hamdolsun. Ama buradaki bir çok arkadaşımın o anlarını okuyunca bendeki rahatsızlık devede kulak kalıyor. Onların yerine koyuyorum kendimi ve acaba diyorum o durumda şükür mekanizmam yine iyi çalışır mıydı? Sanırım çalışırdı sonucuna varıyorum uzun uzun düşündükten sonra.
Naçizane olarak siz değerli kader arkadaşlarıma şunu önerebilirim: Şartlar ne olursa olsun, durumumuz ne olursa olsun her zaman kendinizden daha ağır durumdaki kader kurbanlarını düşünün, düşünün ki halinize şükür edin. Bunu yapmayı becerebildiğimiz takdirde inanın dünyada mutluluk neymiş bunu tatmamamız için hiçbir neden yok. Aksi halde her gün ızdırap içinde geçer. Bunu başarmak zor biliyorum ama başka çaremiz olmadığına göre denemeyenler bir de bu formülü deneseler ne kaybedecekler?
Sonra bir başka husus kendinizi mutlaka yetiştirin, insanlar düşüncelerinizle, çalışkanlığınızla, efendiliğinizle hayran kalsınlar size. Ahmet veya Fatma tekerlekli sandalyesi veya bastonu ile hatırlanmak yerine kültürü, nezaketi, eğitimi, bilgisi, çalışkanlığı, mesleği ile hatırlansın. Sizi küçük görmeye çalışanları siz yukarıdaki veya benzer güzel meziyetleriniz ile mat edip susturun. İnanın böylesi çok ama çok keyifli oluyor.
Herkese hürmetlerimi sunuyorum.
Çocukken tabii diğer çocuklar dalga geçerlerdi ama inanın onların “topal” şeklindeki alay dolu sözlerine kızıp da ağladığımı hakikaten hatırlamıyorum.
İyi bir okulda tahsil gördüm yatılı olarak ve bir gün bile bu okulda arkadaşlarım bana sakatlığımı hatırlatacak tek bir söz etmediler ve ben de okulun sonlarına doğru kafamdaki tüm ama tüm endişeleri silip atmıştım. Bu arada imkansızlıklarından imkan yaratarak beni okutan, zorlanmadan iş bulabilmem için yabancı dil öğrenmemi sağlayan anne ve babamı 40 kere sırtımda Hacca götürüp getirsem asla haklarını ödeyemem.
Tabii sakatlığımı kafamdan silip atmamdaki asıl önemli husus şükür mekanizmasının bende gerçekten iyi gelişmiş olması. Her musibette bile bir güzellik ararım, her musibette bile bir hayır vardır derim. Kendimi böyle rahatlatırım. Düşünüyorum da böyle bir yapıya sahip olmasaydım sanırım bu dünya bana zindan olur idi.
Sonra fakülte dönemi ile beraber çalışma hayatı aynı anda başladı. Fakültede de, 30 yıllık iş hayatımda da sakatlığım hiçbir zaman problem teşkil etmedi, bana bu konuda en ufak bir ima dahi olmadı, hakkım gasp edilmedi. Tabii bu esnada ben de kimseye kendimi ezdirmedim zira çalıştım, herkes bir çalışıyorsa ben iki çalıştım kimseye açık kapı bırakmadım, emekliliğimi istediğimde düşünün engellemek için her türlü numara yapıldı (sevdiklerinden emekli olmamı istemiyordu amirlerim) ama dinlemedim.
Sonra evlilik işi geldi başıma. En korktuğum da hiç tanımadığım kızların evlerine gidip kızı görmek, çaktırmadan süzmek idi. Düşünebiliyor musunuz erkek için olduğu kadar hatta daha fazla stres kızda da mevcut. Tanımadığınız elin adamı geliyor anası ve babasıyla sizi yukardan aşağı süzüyor dakikalarca. Ama sakatlık olunca tabii bende bu sıkıntı daha fazla oluyordu ister istemez. Neyse onu da badiresiz atlattık ve ilk gittiğim evden kızı kaptım çıktım, Allah ikinci bir ev gezmesi nasip etmedi bana çok şükür. Hoş bir arkadaşım vardı ve bana “oğlum Fatih ne güzel işte evlere gidiyorsun değişik değişik çörekler börekler yiyorsun sonra da kızları süzüp süzüp iç geçirip çıkıyorsun evden, bundan güzeli olur mu, ben bundan sonra kriterimi değiştiriyorum çörekli börekli kız bakmaya gitmeyeceğim mutlaka yemekli olacak” diye takılıyordu bana.
Ama iş bu kadar kolay değil, stresli bir şey haberiniz olsun. Tabii benim sadece bir ayağım sakat ve geziyorum tozuyorum hamdolsun. Ama buradaki bir çok arkadaşımın o anlarını okuyunca bendeki rahatsızlık devede kulak kalıyor. Onların yerine koyuyorum kendimi ve acaba diyorum o durumda şükür mekanizmam yine iyi çalışır mıydı? Sanırım çalışırdı sonucuna varıyorum uzun uzun düşündükten sonra.
Naçizane olarak siz değerli kader arkadaşlarıma şunu önerebilirim: Şartlar ne olursa olsun, durumumuz ne olursa olsun her zaman kendinizden daha ağır durumdaki kader kurbanlarını düşünün, düşünün ki halinize şükür edin. Bunu yapmayı becerebildiğimiz takdirde inanın dünyada mutluluk neymiş bunu tatmamamız için hiçbir neden yok. Aksi halde her gün ızdırap içinde geçer. Bunu başarmak zor biliyorum ama başka çaremiz olmadığına göre denemeyenler bir de bu formülü deneseler ne kaybedecekler?
Sonra bir başka husus kendinizi mutlaka yetiştirin, insanlar düşüncelerinizle, çalışkanlığınızla, efendiliğinizle hayran kalsınlar size. Ahmet veya Fatma tekerlekli sandalyesi veya bastonu ile hatırlanmak yerine kültürü, nezaketi, eğitimi, bilgisi, çalışkanlığı, mesleği ile hatırlansın. Sizi küçük görmeye çalışanları siz yukarıdaki veya benzer güzel meziyetleriniz ile mat edip susturun. İnanın böylesi çok ama çok keyifli oluyor.
Herkese hürmetlerimi sunuyorum.